30 Aralık 2012

HOŞGELDİN 2013!!! LALALALA....

yeni yıl kararları. en son ne zaman aldım bilmiyorum. en son ne zaman gerçekten kendi kendime konuştum. eski günlükleri açıp bakmak  lazım. zor iş. 

özel günlerden uzak duran biriydim ben. yıllarca arkadaşlarıma bu halimi kabul ettirmek için çabaladım. benim böyle doğumgünü kutlamayan, özel günlerde alınan hediyeleri önemsemeyen biri olduğumu bilsinler diye doğumgünlerine gitmemekte ısrar ettim. özellikle son yıllarda. yılbaşı da öyle. yeni yılda yeni kararlar almak saçmaydı. diğer günlerden ne farkı vardı ki 1 ocak ın. sadece tatil. saçma sapan aşırı alkol alımı, ertesi gün geç uyanmak...

ergenliğin getirdiği illa bi muhalf olma durumu. öncesinde hayata çok büyük anlamlar yüklediğimden, bi anda boşluğa düşmekten geliyordu belki de. 

tabi ki idefix
ateistler için din'i okudum. inanacak bi gücün varlığına inanmayan insanın boşluğa düşmesini engelleyecek yöntemler sıralamış alain de botton. 2 sene önce okusam çok saçma gelebilirdi. dinde en saçma bulduğum şeylere, ritüellere, kutsal günlere, dua tekrar etmelere, tapınaklara ihtiyaç duyduğumuzu söylüyordu. ben bunlar var diye bu kadar nefret etmiştim dinden, yoksa yalan mı lan bu din işi, diye düşünmeye başlamıştım.

ama şu yakın zamanlarda okuduğum botton o kadar da saçma gelmedi. yaşlanıyorum, isyancı tarafımı kaybediyorum belki. 
 
son zamanlarda auguste comte denen ateist adamın insanların din olmadan huzurlu yaşayamayacağını düşündüğünden, hiç olmazsa kendimize tapalım, diyerekten İnsanlık Dini'ni kurması da ayrıca dikkatimi çekti. 

Bi şeylere ihtiyacım var varolmayanlkem. sana inancımı yitirdim, hayali bi arkadaşa ihtiyacım var ya da her güne enerjik başlamamı sağlayacak amaçlara ihtiyacım var. 

misal, pazarları kiliseye gitmem gerekseydi, malak gibi 1 e kadar uyumazdım. 
öldükten sonrası için layık olmayı amaçladığım bi cennetim olsaydı, "gerekenleri yapmaya"odaklanıp, kafamı başka şeylere takmadan (ben bunu niye yapıyorum ki, gibi) zamanı tüketiverirdim. 
hatalarımda tüm suçu kendime yüklemezdim. tüm suç bendeyse bile bu kadar yüklenmezdim kendime, "affedici bi gücün varlığına" inansaydım.

-------
bu arada benim dinsizliğimin tanımı ne, tam olarak bilmiyorum ama ateist değilim. yaratıcı gibi bi şeyin varlığına inanıyorum. yaşamın kökeni illa ki "ateyizler bunu da açıklasın" sorusuna götürüyor. bilim ilerde hepsinin cevabını bulacak, sözüne inanamıyorum şimdilik. bilimle çok içiçe olmadığım için muhtemelen. dinlere de inanamıyorum. bu kadar zora sokan, kendini beğenmiş, uğruna insanların savaşmasını isteyen kitaplarla işim yok. iyice yaşlanınca onlara da inanırım belki. babam sorularıma cevap veremese de tasavvufta huzur bulduğunu, bu yüzden inandığını söylüyor misal.
 
aha burdan
neyse, sizeneyse..
---------

özetle, rutin bi şeylere, kutlamalara, kısa vadeli amaçlara ihtiyacım var, bu sonsuz kronik mutsuzluktan kurtulmak için. (bi de bunu yutayım bakalım, olmadı gece acile gideriz hali)

evet efenim,  yılbaşı kutlama planları da yapıyorum artık, yeni yıl kararları da alıyorum. alıcam yani. bu kararı almak da önemli bi adım, hiç küçümsemeyin. alınca yazarım herhalde galiba mutlaka.


26 Aralık 2012

ODTÜ, İKTİDAR, EYLEMCİ vs.

Yaklaşık iki sene önce TMMOB'da aktif bir öğrenci üyeydim.

TMMOB, öğrenciyken fark edemeyecekleri mesleki haksızlıkları fark ettirmeye çalışarak, suya sabuna dokunmayan öğrencileri, dokunabilir hale getirmeye çalışıyordu. En azından gıda mühendisleri odası öyleydi. GIDAMO'da, bazı köklü odalar gibi illa ki sosyalizmi getirelim iddiası yoktu, çünkü zaten çok daha pratik dertleri vardı üyelerinin. Asgari ücrete mühendis olarak çalıştırılmak, patronla devlet arasında bırakılmak, üretimde hiç söz hakkı verilmemesi...gibi...

Aktivist bir yapım yok, eylemlerde sürekli aynı ses tonuyla bağırmaktan sıkılırım. Kollektif bir grupta çalışmaktan sıkılırım. Birileri mutlaka daha az önemser işi, geyiğine ordadır, sinirlenirim. Tahammülüm azdır. Öğenci üyelik formuna TMMOB ilkelerini yazalım, kabul eden üye olsun dediğimi bile hatırlıyorum. Ama üye sayısı o kadar azdı ki odanın, sırf seminer için üye olmak isteyenlere bile kapılar açıktı. Belki zamanla destek vermek de isterler diye.

Bu gergin halime rağmen TMMOB'ta ve kampüs içinde ve dışında haberdar olduğum eylemlerde yer aldım, olabildiğince duyurmaya çalıştım, "ben 1 Mayıs'a gitmiyorum, başkaları gitsin" diye uğraştım...

Şimdi hepsinden uzaklaştım.
Neden?

Çünkü bir şeyleri değiştirebileceğime artık hiç inanmıyorum. Çünkü üniversite son umutlarımı kemirdiğim, tükettiğim yer oldu.

Şimdiye kadar bunu hep benim karamsar yapıma bağlardım. Ama geçen gün sevdiğim birinin tividini gördüm: "Ben son 10 yılda olduğum kadar karamsar olmamıştım hiç" diyor. Koskoca bi adam bu, benim gibi 25 yaşlarında değil. Demek ki sorun sadece bende değil, son 10 yılda sabit olan bi değişiklikte: iktidarda.


ODTÜ olayları:

Burda benim fikir sahibi olmam için birkaç konuda bilgi sahibi olmam gerekiyor:

Olaylar nasıl başladı?Eylemcilerin samimiyeti ne düzeydeydi? Gerçekten önce polis mi saldırdı? Gerçekten oradakilerin tamamı öğrenci miydi? Gerçekten molotof kokteyli atmadılar mı?
Bunların hepsine cevap evetse, öğrenci tarafındayım.

Peki, öğrencilere soruyorum: Bu eylemin ideal olanı nedir? Sevmediğiniz biri kampüse giriyor, protesto ediyorsunuz, ilk saldıran polis olmuyor, polis sadece bekliyor. Bu durumda süreç nasıl devam edecekti? Kapıda slogan atıp, basın açıklaması yapıp, başbakan binadan çıkarken protesto mu edecektiniz? Yoksa salona girip sloganlarla Erdoğan'ın konuşmasını mı engelleyecektiniz? İçimden gelen kesinlikle o adamın sesini duymamaktır. Ama onların yaptığını onlara uygulamak doğru gelmiyor. Bu da bi tür faşizm değil mi?

E eylem nasıl olur o zaman?

Şimdi bana soruyorsunuz, "e o zaman böyle vahşi, cahil, kaba insanlara karşı yapılacak doğru protesto şekli nedir?" diye.. Kollektif bi hayatı yaşamayı beceremediğimi söylemiştim, ahkam kesmem terbiyesizlik olur. Aklıma sadece "basın açıklaması ve oturma eylemi" geliyor. Salona öğrenciler alınıyor muydu bilmiyorum, sanmam ama alınıyorsa bile muhalif tipliler alınmaz. Öğretim üyeleri ve öğrenciler olarak onların istediği kılığa bürünüp, salonun önemli bşi kısmını doldurup, erdoğanın sözlerini hiç alkışlamamak olabilirdi mesela. Ya da salon dışında oturma eylemi, zaten klasiktir. Olabildiğince az gürültülü, anadoluda yaşayan "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyen ebeveynlerin bile saygı duyacağı, "terörist" yaftasını yapıştırmalarını güçleştirecek bir protesto isterdim.

Mustafa Akyol'un şunu demeye hakkı olmamalı mesela: "öğrencilerin de çok Gandhivari bi hali yoktu". Başarılı, kendine güvenen, derslerine zaten hakim olan öğrenciler olmalı eylemciler. Ben öyle değildim. Kafamı fazla yormuştum haksızlıklarla, derslerim kötüydü, kendime nasıl güvenmediğimi hatırlıyorum. Hocaların karşısına çıkıp destek istemeye utanırdım. Bizim hocalar apolitikti zaten. Ama politik bi hoca da, destekleyeceği öğrencinin öncelikle başarılı olmasını ister. Dersleri kötü olursa, kendini pazarlayamıyorsa üstelik, ilerde iş bulmakta zorlanacaktır çünkü bu çocuk. Kampüsün dışında hayat ütopyalara hiç izin vermiyor çünkü. Para kazanmıyorsan, toplumda saygın bir yerin yoksa, başbakanı sevmemen anlam ifade etmiyor.

Yine çamur atarlar. Tabi yine çamur atacaklardır. Ali Nesin mesela, parası da akademik kariyeri de yerinde olan bir adam. Türkiye için yaptığı işleri iktidar destekliyor olsa, şu an Erdoğan iktidar olmazdı zaten.

Öğretim üyelerinin karşı çıkmalarını "mesleği bıraksınlar" diye cevaplayan bir başbakan var, kendisi gibi düşünmeyen kimseye saygısı yok. O kadar savunduğu Kanuni çıkıp gelse, yaptığın yanlış dese, ananı da al git der.

Ümitsizliğimin asıl sebebi eylemciler değil tabi ki, tayyip yönetimi. Şunları yazarken bile korkuyorum başıma bir iş gelir mi diye. Twitter'da öğrenclerinin sırtını sıvazlayan rektörlere bayılıyor öğrenciler. Maillere cevap vermeyen hocalardan ne kadar bıktılarsa... Bu kadar yalaka olmamalı bi üniversite öğrencisi. İcraatlarına bakmalı.

Rektör seçimleri

Her şey sanal. Herkes özgürce bir fikir sahibi olduğunu sanıyor. Misal, rektörlük seçimlerinde Twitter'dan kampanya yürütüyor artık adaylar. Öğrenciler deliler gibi destekliyor birini. Cumhurbaşkanı o kişiyi atamazsa çok üzülüyorlar. Halbuki sen kimsin ki ey öğrenci parçası? Oy hakkın bile yok, neye isyan ediyorsun? Twitter'da seveni daha çok diye onu atamak zorunda mı cumhurbaşkanı?

İktidarın atadığı rektörler için bknz: http://onurerem.com/2012/12/25/iktidarin-rektorleri/

Sanal, kendini değerli hissettiren tepkiler.

Çok iyi danışmanlarla çalışıyor akp, toplumu çok iyi yönlendiriyorlar, bu sayede geleceği kendileri yaratıyorlar. Müdahale edemiyoruz. Çok korkutuyor bu beni.

Fikirlerimi toparlyacağım sonra bu konuda. Şimdi acelem var. Kusmak istedim olabildiğince.







24 Aralık 2012

YAĞMUR NERDESİN?

Kurmaca bi kitap yazsam, başkarakterin isminin "Yağmur" olacağından neredeyse emindim 1 yıl öncesine kadar.

Yağmur, modern bi isimdir. Ama modern olmaktan şikayetçi olan, doğaya dönmek isteyen...
Kilolu değildir. Saçları düz, yüzü kemiklidir. Dişi olduğunu söylemedim ama gerek var mıydı? Büyük ihtimalle siyah ya da koyu kahverengidir saçları. Teni esmer ya da beyaz olabilir.

Bi ton sıkıntısı vardır. Dertli bi geçmişi vardır. Belki muhafazakar bir ailede büyümüştür ama sonradan ateist olmuştur, belki bekaretini erken yaşta kendi kendine yok etmiştir, belki tecavüze uğramıştır, belki lezbiyendir, belki gayrimeşru çocuğu vardır, belki siyasi suçludur, hapistedir... Belki derdi çoktur hangisine yansın?

Tutunamayan değildir.

İsyancıdır, bedeniyle de isyan eder ruhuyla da. Karanlıktır hikayesi, yağmurlu bir gecede geçer ya da yağmur yağmak üzere olan güneşli bir günde. Yağmur'un hikayesinin mutlu sonla bitmesi imkansızdır, O'na en büyük kötülüğü etmiş olurum öyle biterse.

Ah be Yağmur.. Bi yazabilseydim seni. Ne zaman yazmaya başladıysam, utandım bu kadar dertli olmandan, bıraktım. İçinde biraz da olsa güneş barındırmayan karanlık hikayeler anlatmak, günahtır... diye mi düşündüm kimbilir...

Sonra fark ettim ki, daha biçok hikayenin başkahramanıymış Yağmur. Aramıza diğer hikayeler girdi. Yazma çabasını bıraktım, okumaya çalıştım. Kıskanarak okudum başka yağmurları. Benim karakterimi çalmışlar gibi.

----
Belki bi gün yine doğar Yağmur, belki O'nun yerine bi başkası doğar. Arada sırada güneşin doğduğu bir hikaye yaratana, yazmak için kusmaya ihtiyaç duymayana kadar, beklemedeyim.

Bucket List'imde ilk sırada onlardan birini doğurmak var. Ölmeden önce yazabilsem bi şey...

Neden bu istek bilmiyorum. Ne fark eder ki bi kitabım olsa ya da olmasa... Okumak-yazmaktan başka hiçbir eyleme bu kadar yakın hissetmiyorum ya kendimi, hiç olmazsa bu yolda bi adım ilerlemiş olayım diye sanırım. Bi "şey" becermiş olmak için.

Lakin şu da var: Başka ne yaparsam yapayım, derli toplu okunası bir şey sunmazsam hayata, hep koca bi boşluk olacak.

O zamana kadar, daha fazla okumak gerek.

Görüşmek üzere Yağmur! (Yağmur el sallamaz, başıyla hafifçe selam verir. Büyüyeceksin, der gibi sert ama şefkatli bakar arkamdan.)

20 Aralık 2012

21 ARALIIIIIIIIIIIIIIIK!!!

dinle bunu: http://www.buyukevablukada.com/index.html

Bilgisizlik insanı paranoyak yapıyor.

İçimde endişeciklerle yaşamaya çalışıyorum.
hava kötü. 21aralık geliyor. hava kötü olmasa zerre kadar umrumda olmazdı 21 aralık, güler geçerdim.ama şimdi felaketler ardarda geliyor gibi sanki.

misal. bütün gün evdeydim. üşüyorum. ellerim üşüyor, renk değiştirmeye başladı. morumsu. bi ara çoraplarımı çıkarmıştım kıyafetimi değiştirmek için. evde niye kıyafet değiştiriyorum ki, orası da bana kalsın canım özel hayat. birazcık zaman geçti, azıcık, bi baktım ayaklarım renk değiştiriyor!

hemen giydim yünlü çorapları.
kombiyi ikinci dereceye getirdim.
tuvaletin camını kapattım. daha napabilirm ki daha sıcak bi ev için. elektrik sobası falan çok yakar. daha fazla, kat kat giy, arada bi kalk hareket et, yeter.

sonra internette haberler, tivitler. istanbul da hayat durmuşlar. sonra abim 5 gibi işten geldi, 1buçuk gibi (öğlen) gitmişti halbuki. meğersem hiç ilerlememiş trafik. bugün iznini kullanacakmış. vazgeçmiş gitmekten.

aman dedim iş ciddi.
tuvalette bi baktım su azalmış. sıcak su hiç akmıyor. soğuk su azalmış baya bi. iki kova doldurdum.
borulardaki sular mı donuyo ne, diye panik yaptım.

aklıma revolution geldi, hani şu elektriklerin birden kesildiği amerikanya dizisi var ya. telefonu şarja taktım.
-bu sırada büyükevablukadanın albümü çııyormuş, sitelerinden dinliyorum tüm şarkıları, eskiden de dinliyordum ne farkı var ki, neyse. kafa bi dünya gidip geliyor tabi, ondan kesik kesik yazıyorum. sanki zorla yazdırıyorlar. bitse de gitsek diyorum. neden illa -yorum lu yazıyorum şu fiilleri. tamam bitti. artık böyle yazıcam.-

acayip çişim var ama hayır önce yazı bitcek. arkamdan ağlar yoksa.

ne demiştim.
he sona iskinin sitesine baktım, elektrik kesintii olmuş havadan dolayı, su kesiliyomuş, bu gece sorun bitermiş.(aynı dizideki gibi bak). su saatleriniz dışardaysa soğuktan koruyacak şekilde bi şeyle kaplayın diodu. abime söyledim, sallamadı. yarın hava aydınlanınca yapıcam. aklım orda kaldı.

sona igdaşa baktım. hava kötü ya bacalar iyi çekmeyebilr, kontrol ettirin diyo. abime dedim, güldü. kombili bizim ev, baca derdi olmz dedi. kombinin yanına gittik, çalışma prensibini anlattı. kombide sensör varmış, gaz kaçağı olunca aşırı karbondioksit çalışmasını engellermiş, kombi kapanırmış . rahatladım mı, tam değil. benim elimde değil ya, vanasını kapatıveremiyorum ya. kombiyi ben yapmadım ya, makine lan altı üstü ne güvenicem ben ona. tamam biz de termodinamik falan gördük ama, düzenli kontrol edilmeyen, kalibrasyonu yapılmayan makineye güvenmem ben. vaillant olsa o da güvenmezdi bence. neyse mecburum tabi.

sonra yemeksepetinde çoğu yemekçinin kapalı olduğunu öğrendim. lan dedim. ya yiyecek bi şey bulamazsak günlerce, fırın çalışmazsa, marketler çalışmazsa. saniyelik de olsa geldi bunlar aklıma, bizde yalan yok. ekmek bitebilir, yerine geçecek nelerimiz var, patates, bisküvi. tamam, bikaç gün idare eder.

mum yok bi de, yarın mum alayım.

bu kadar. başka yapacak bi şeyim çok sanırım. şu sıralar su iyice kesildi sayılır.

21 aralık neymiş diye baktım ilk kez internetten. sonra üşendim kurcalamaya.
bi felaket olur da ölmezsek diye korkuyorum. ölsek ölüp gitcez o problem değil de, savaş gibi bi şey olursa hani.

işte hep bilmediğimden oluyor bu. 21 aralık da, kombi de, az buçuk, yani bikaç sayfa yazabilecek kadar bilgim olsa, sorun olmıcak da.neyse. şimdi ben gideyim kitabımı okuyayım.

bu gece son gecemizdir belki, belli molur düşümülkemvarolmayanımülkem.
gözlerinden öperler.




14 Aralık 2012

SEVMEKLE BAŞLAYACAK HER ŞEY

o değil de sevmek üzerine hiçbi şey dememimişim onu fark ettim
kurallara ne kadar bağlıymışım dilbilgiis kurallarına bile
dahi anlamındaki de ayrı yazılırmış her şey deki şey ayrı yazılırmış
noktalar virgüller yerli yerinde olmalıymış
söylerken hiçbi şey derken yazarken hiçbir şey mi yoksa hiçbi şey mi yazsam diye arada kalıyormuşum
yormuşum demek mesela kalıomuşum diyebilmek varken kendimi kası yor muşum
mesela kelimelerin ayrılması da
kelimeler doğru yerlerinden ayrılsalar nolurmuş ayrılmasalar nolurmuş
okunma derdim var
okuyanın çok umrunda sanki
kurallar.kendimle başbaşa oldugumu düşündüğüm anlarda bile.izlendiğimi düşünüp kurallar yaratıyorum.
kimse beni yanlış anlamasın diye bu kadar çaba göstermek neden?

o değil de, sevmek diyecektim aslında.dünya yine etrafımda döndü birden bi dilbilgisi tavrıyla.
ben seviyorum blog. çok seviyorum be.niye seviyorum bilmem.eskiden emindim sevgisinden.o bi insan. şimdi, sevdikçe, ya benm kadar sevmezse beni diye korkar oldum.kızların başına gelirmiş hep, arkadaşlarımdan duydum bikaç hikaye. önce oğlan severmiş kızı ayartmaya çalışırmış. o kadar iyi olurmuş ki kız severmiş, bu kez de oğlan sevmezmiş.
hep bi yarış hep birinin daha çok bi şey yapması
bi şey yapmalı hey bi şey yapmalı demiş atalarımız.
hayır.sevmekte bi şey yapmaya gerek yok. o kendisi oluyor. ol deyince oluyor.kim diyor. bilmiyoruz.bi o seviyor bi ben bi o bi ben. yapraklar bitinceye kadar.bitmesin istiyorum. o da ister mi.istiyorum diyor. ama gerçek mi. yoksa alıştığı için mi. ah ben bi dişiyim.çok fena dişiyim hem de. neden geçiyor aklımdan bunlar.

hani bi an vardır. sarılırsın. sevmiş mi sevmemiş mi umursamazsın. rüyaya dalmadan önce. sarhoş gibi, aklın tam yerinde değilken,biraz ne dediğini bilmezken. işte o an. sonsuza kadar sürse. güvenli sıcak.battaniyenin altı gibi.

10 Aralık 2012

BUGÜN FARK ETTİM Kİ,

Bugün fark ettim ki:

1. sabah nasıl uyandığım, hayata bakış açımı az da olsa etkiliyor. bir haftadır evde annem var. ablam ve abim işe gittiğinde, en geç 9.30 da gelip hadi kalkmıcan mı diye konusmaya, radyoyu açmaya başlıyor. geçici olduğunu, 1-2 haftaya gideceğini bildiğim için kızmıyorum da. kalkıyorum, "eveet bugun napıyoruz diye düşünüyorum. okumam gerekenler, izlemem gerekenler listeleniyor kafamda, hemen girişiyorum.

ama uyandığımda evde kimse yoksa, abimle ablamın işe gittiğini fark ediyorum ve evde işsiz güçsüz yaan kişi olmak sonsuz bir kedere sürükler. tuvalete girip çıkıp, geri yatarım. okumak, izlemek, öğrenmek anlamsızdır.

biriyle birlikte yaşamak çok da değiştirmiyor yani insanı. kimle yaşadığıma bağlı.

2. hasta olduğum için mi çıkmıyorum dışarı, yoksa çıkmamak için hastalığı bahane mi ediyorum?

YARATICI KABUSLAR: VOLUME 2


şeytanlı olan kadar yaratıcı olmasa da bu gece yine yaratıcı rüyalar gördüm. hemmen paylaşayım ki bilimkurgu/fantastik edebiyata ilham vererek katkıda bulunma ihtimalimi değerlendireyim:

tabi ki de hava grimsi, bulutlu. bir lisedeyim ama rüya dışı hayatımın, yani yüksek lisans öğrencisi olduğumun bilincindeyim. neden lisede ders gördüğümüze, neden mavi önlük giydiğimize anlam veremiyorum. gerçekte de liseden tanıdığım arkadaşlarım da var aynı sınıfta. kendimi onlardan büyük gibi hissediyorum. kendimi uzaylı gibi hissediyorum hatta. master öğrencisinin önlük giyme zorunluluğunun ne kadar saçma olduğunu söylüyorum, liseli arkadaşlarım bunu daha önce hiç fark etmemiş, evet diyorlar, isyan edelim diyorlar, gaza geliyorlar, hocalara söyleyelim diyorlar.

derste şu anki (rüya dışındaki) master hocalarımdan en sevmediğim de var (adamın karakterini tanımıyorum şimdilik, dersi anlatamadığı, sesi çıkmadığı, konuyu dağıttığı için sevmiyorum). herkes öfflüyor püfflüyor, o hocanın dersi olduğu için. hoca sınıfa geliyor, sevilmediğini biliyor. acımasız bakışlarla bizi süzüyor ve ilginç bi şey yapıyor (öncesinde neden bunu yaptığını ders konusuna bağlayarak açıklıyor, ama nasıl bağladığını hiç hatırlamıyorum. O zaman da anlamamıştım sanırım ki anlamayıp anlamış gibi görünmenin verdiği suçluluk duygusu ağır basmıştı).

bir kadın ve adam, tekerlekli, büyük bir servis masasını sınıfa sürüyorlar. üzerinde epey fazla çeşitte yemek var. kadın servis yapmaya başlıyor. sonsuz bir kendine güven var duruşunda, tüm bu garipliklerin farkındayım ve her şey kontrolum altında, der gibi. herkese belli bir menü ve menünün içeriğinin yazdığı ufak bir kağıt veriyor.

garip ama alımlı , karman çorman bi şeyler geliyor bana. kadın yanıma oturuyor. en arkada ve tek oturuyormuşum sırada çünkü, ezikliğe gel.kadın da yiyor kendi yemeğini. hoca bu sırada bi şeyler anlatıyor, hiç anlamıyorum. kadın parasını veriyor hocaya, 6tl, emin olamıyorum. adam zorla yemek yedirdi, bi de parasını mı vercez bunların diye şaşırıyorum...

---

2. bölüm:
liseden yakın arkadaşlarımdan t.nin evine gidiyorum, oradan geçiyormuşum, uğramak için ve dert yanmak için (derdim ne bilmiyorum). beni kapıda görünce memnun olmuyor, zoraki gülümsüyor. eve buyur ediyor. sen geç otur, azcık işim var, gelirim birazdan diyor. uzuuuun uzun bekliyorum gelmiyor. evde annesiyle karşılaşıyoruz. o da zoraki hoşgeldin diyor. lan diyorum niye bu kadar nefret ediyor bunlar benden.

birkaç arkadaşı geliyor. dışarı çıkacaklarmış, çıkıyoruz. kendimi dış kapının mandalı gibi hissediyorum. biraz dolaşmak için, anlamak için ayrılıyorum yanlarından. ilerde bi fabrika görüyorum: bok kokusu geliyor. insan yo ortalıkta, giriyorum içeri.

bir sürü boruların olduğu, yeşil/kahverengi sıvıların şeffaf borulardan geçtiği, arada sızmalar sebebiyle bariz bok kokusunun yayıldığı bir yer. Bir şekilde anlıyorum ki burası o bölgeden hava ya da su ya da bi çeşit kurbağa toplayıp, onun içine karışmış boku ayırıp temizleyip şehre geri salıyorrmuş. ama havaya karışmış bok? ve burası gizli bir fabrikaymış. yasak bölgeye girmiş gazeteci gibi dedektif gibi hissediyorum. ama birden ortalık titremeye başlıyor. kaçıyorum. aşırı pislikten borular patlıyor. daha ağır bir koku yayılıyor.

şimdi bu distopik gelecek değilse nedir? havada bok parçacıklarının olduğu dünya. belki çöpleri götürüp uzaya bırakmışız zamanında ve başka bi gezegende hayat keşfetmişiz ve zamanla orayı da o kadar kirletmişiz ki, dünyadan gönderdiğimiz boklarla fln birleşip boktan patlamış her şey.

aceleyle t. ve kankilerinin yanına dönüyorum. t.ye, gelsene bi senle bi şey konusup gidicem, diyorum. kızarıp bozarıyor. sen bana niye kızgınsın diyorum, çat kapı geldiğimi, arkadaşlarının yanında rezil ettiğimi falan söylüyor. müsait değilim deseydin girmezdim içeri diyorum. başka bi şey var gibi, sen iyi misin? diyorum. gözleri doluyor ve derdini anlatmaya başlıyor. o zaman tanıdığım, samimi t.yi görüyorum karşımda. hem tekrar samimi arkadaş yerine koyulduğum için seviniyorum, hem de bu kadar gizlemek zorunda kaldığı bir derdi olduğu için üzülüyorum. ne anlattığını hatırlamıyorum (uyanınca merak ettim, neydi derdi acaba diye, saçma ama, bi arayacağım).

distopik filmlerde huzursuz, karanlık şehirdeki mutsuzluğunu gizleyen insan karakteri idi t. onu oyalayan ama gerçekten samimi olmayan arkadaşları ve ailesi sarmıştı çevresini. ve ben tabi ki kahramandım, o çağa uyum sağlamayan, garipliklerin garip olduğunu haykıran kişiydim. uu yeah. kendimi sürekli ölecek gibi, dışlanmış hissetsem de, gerçekleri gördüğüm için kendimle gurur duyuyordum.

ilahi bilinçaltım diyor, gözlerinden öpüyorum. yeni kabuslarda görüşmek üzere.

7 Aralık 2012

İNSAN NE İLE ÖLÜR?

Ölmek istiyorum.

Evet ben, 24 yaşında, mühendis diploması sahibi, master öğrencisi, işsiz, çok çirkin sayılmayan bi kız (kız mıdır kadın mıdır, tayyip merak ederdi duysaydı), bekar, küçüklüğünden beri çok roman okuyan, romantik değil ama adalete kafayı fazla takmış kişi. Ben, seven, sevilen, ailesi olan, ailesini her şeye rağmen seven, ama her şeye rağmen onların kendisini seveceğinden emin olamayan ben... Aşık olan ben.Yani ancak ütopyalarda mutlu olabilen, yani fazla yağmur yağdığında sokakta yatan yarı-delileri düşünüp üzülen, sonra 2 dakikalık üzüntü sebebiyle kendinden utanan ben..

Lafı hep fazla uzatan ben, ölmek istiyorum.

Ve benim bu halde olmamın temel sebebinin vahşi, çıkarcı dünyaya uyum sağlayamamam olduğundan eminim.

Onun sebebinin de ailemin ve romanların fazla erdemli büyümeme sebep olmaları olduğundan eminim.

Doğrudan paraya dönüşen bir şey üretemediğim için, yavaş yavaş tüketiyor hayat beni. Borç alıyorum. Utanıyorum, böyle bir insan olduğum için kendimden nefret ediyorum. Ve bilinçli olarak, zaman zaman kısa süreli olarak "inadına yaşamak" gazına gelsem de, ölmek istiyorum. Hiç cinnet hali ya da aşırı depresyon gibi bi şey geçirmedim (sanırım). Sadece mütemadiyen ölmek istiyorum.

Kendime iyi bir senaryo yazamıyorum. Kendimi idare edecek kadar para kazandığım bir gelecek hayal edemiyorum. Hayal kurmayı sanırım üniversite başında bıraktım.

Tembel olmadığımdan eminim bu arada, rahat, bohem, "hayat ne kada da anlamsız, bi ot yaksana ordan, uçalım burdan" (jargon bu mudur bilmiyorum ki) yaşam tarzı değil benimki.

Beni sevenler var. Zamanla uzaklaşacak hepsi, biliyorum. İndiğim kuyuya onları da yanımda çektiğimi, beni çıkarmaya güçlerinin yetmediğini görecekler.

Arabesk geliyor kulağa. Çoğunluğa uymadığı için öyle geliyor. Ama olacak olan bu. Öldüğümde hala üzülenlerim olur mu bilmiyorum, ama üzülürlerse, diyebileceğim tek şey, "ben de yaşarken çok üzüldüm, seni üzmemeyi becerebilseydim, emin ol yapardım".

---
Amacım biraz kendimi anlatmaktı tabi, ama asıl söylemek istediğim şu: Benim gibi epey insan var. Gizli saklı, evinden çıkmayan, sürekli iş arayan bulamayan, fikirleri olan, başka da bi şeyi olmayan. Güçsüzler. Uyum sağlayamayanlar. Erken öleceğiz hepimiz.

Kapitalizmin stresi, rekabeti sebebiyle öleceğiz. Becerebilirsek, kendimiz bitireceğiz hikayemizi. Bi kurtarıcımız yoksa hele ki, dua edebildiğimiz kimse yoksa (ki genelde yoktur). Bunu güçlü olanlar hiç anlamayacak. Hayat çok güzel, ne kadar kötü bi şey gelmiş olabilir ki başına, 6. kattan atlayacak kadar.. diyecekler.

Nedense bunu söyleyip, güçlüleri huzursuz etmek istedim. Metroda intihar eden biri hakkındaki soru işaretlerinin hemen kaybolup, yerine seferlerin iptal olması, gidecekleri yere geç kalmaları geliyor ya.. günlük hayat, önemli soruları hep arka taraflara itiyor ya. Ona tepkim bu, sanırım.

İnsanlar intihar ediyorsa bir sebebi vardır. Ve aslında bu, amerika yerlilerinin nasıl zamanla yok olduklarının hikayesine benzer. Güçsüz olanın yok olması. Medeniyetin tüfek, mikrop ve çelik'inin güçsüzleri yok etmesi. Budur.

---
Belki de hiç intihar etmem ve ilerde bi "güçlü" olmayı başarabilirim. Ama böyle bi ruh halinden geçtiğimi hep bilmek, tarihime yazmak istedim, unutmamak için.





5 Aralık 2012

TEDAVİ

kendimi tedavi edicem bu kez. krizi kendim atlatıcam. geliyor yine. panik. işsizim, çalışamıyorum. çalışacak , insan içine karışacak enerjiyi kendimde bulamıyorum paniği. şimdi ona tam olarak girmeden, gece karanlık olmadan, yalnız kalmadan, yanımda annem ablam varken hazır, kendime ölümü yakıştırmaya başlamadan, ağlamadan bu kez çözeceğim. ilk kez yapıyorum. bu kez insanlıktan kaçmaya, derdime bi an önce kavuşmaya çalışmayacağım. 

ne yapacağım o zaman? ağlamadan da olur eminim, herkes öyle yapıyor, bak komşunun kızı nazlıya, hiç ağlıyor mu? biraz fazla ağlıyorum çünkü. bi film izlerken 4-5 kişi izliyoruz diyelim, kimsenin gözleri yaşarmıyor ben tutamıyorum kendimi. bi fazlalık var gözlerde, tuzu dışarı akıtmak gerekiyor belli ki. bu kez çıkamayacaksın moruk. git terimle çık, çişimle çık. gözümden uzak dur!

bugün günlerden ne, çarşamba. yani benkaç yaşındayım? 24. yani benim yaşımdaki insanlar iş güç sahibi, hatta kimisi evlenmiş mi? evet. yakında bunların çocuğu da olur mu? evet. 
ben hala doğru yolda olugumdan emin olmadıgım bi alanda öğrenci miyim? evet. iş arıyor muyum? evet. mühendislik yapabilir miyim? evet.yapabileceğime inanıyor muyum? hayır. başka iş bulabiliyor muyum? hayır. e ben napıcam? ablamdan otlanmaya daha ne kadar devam edicem. ben neden toplumun işine yarayacak bi mal/hizmet üretemez oldum? bu halden nası kurtulıcam?

işte tam bu noktada kriz geliyor. evet, ne demiştim, bu kez getirmicem. 

çünkü neden? şu an 24 yaşındayım. bu yaşta iş güç sahibi olan, evli mutlu çocuklu olanlardan olamadıgım aşikar. olamadıysam olamayacağım da demektir bu. çünkü onlar kadar kendime ait hissedebildiğim bi işim yok. dolayısıyla mutsuz olurum. işim olsa bile evli, yani bir eşe ve eve sahip olmak, ve çocuklu olmak beni onlar kadar mutlu edecek mi? hayır. depresyonun başka bi halini göreceğim o zaman da muhtemelen. 

aslında benim depresyona yakın ruh halimden kurtulmam imkansız gibi geliyor ya neyse, o önemli değil. depresyonla yaşamayı öğrenmeliyim. 

şimdi aynı kulvarlarda yarışmıyorsak, neden kendimi onlarla kıyaslıyorum ki? hadi kıyasla, ne zararı var ki, diyorsun, hayı işte öyle kolay değil. bu geride kalmışlık hisse öldürüyor insanı. kısacası, ben geride kalmıyorum. ben farklı bi şeyler yapıyorum işte. ilerde anlıcaz hepimiz naptıgımı. 

o yüzden canım vatandaşım, sakin ol lütfen. senin bi varolmayanülken var, onu unutunca mutsuz oluyorsun işte. şu paniğinden bi kurtulsan, iş bulacaksın rahatça. çağımızda 24 yaşında olup, senin idealindeki karaktere ulaşan çok az insan var, onlara saygı duy, fakat onlar gibi olmadıgın için kendini bu kadar suçlama artık. 

bu paniği bırak. bırak senle yaşıt, çocuklugunu birlikte geçirdiğin kuzenin evlenmiş ve bi de ev almış olsun. bırak mühendis olsun onlar ya sen busun işte, işine gelirse hacı! ailene yük oldugunu düşünmeyi bırak. şimdi, sakin ol ve o elindeki mendili yavaşça yere bırak. 

şimdi.... woman! go, make you a paper!

aylakyu