29 Aralık 2011

KABUSLAR

Dün gece bi kabus gördüm güzel ülkem.
Varolan ülkemdeymişim. yanımda sevdiğim bi güzel insan var. istiklalde bi yerde oturmusuz. caddeye çıkıyoruz. bi bakıyoruz ki eylem var. normaldir. istiklalde eylem olması hem normal hem de güzeldir. mutlu oluyoruz. insanların ses çıkarabildiğinin göstergesidir bu.
"du bakalım dertleri neymiş" diye kenarda durup bekliyoruz, sloganlarını anlamaya, pankartlarını okumaya çalışıyoruz.
genç yaşlı çok insan var. internet eylemi vardı ya onun gibi bi kalabalık. liseli gençler var. kızlı oğlanlı bi grup liseli yanımızda gülüşüyor, bağırıyor. çok küfrediyorlar, rahatsız oluyoruz. ama yine de seviyoruz gençleri. sessiz kalmadıkları için. zamanla küfretmeden bağırmasını da öğrenirler nasılsa, diye.

hiçbir slogan kalmamış aklımda. özgürlüklerin kısıtlanmasına isyanları, bi ondan eminim. temiz yüzlü insanlar. hiçbirinde "terörist" tipi yok (terörist görmüşüm gibi sanki, nerden biliyorsam terörist tipli insanı...filmlerden haberlerden...) yani teröristi de geçtim, düzenli olarak eylemlere katılan "muhalif kişi" tipi bile yok insanlarda. liseli falan diyorum daha ne diyeyim. hani şifre eyleminde ya da internet sansürü eyleminde olduğu gibi aynı.... ilk kez gelmişler bi yürüyüşe büyük ihtimalle.
canları yanmış bi şekilde, yoksa sakin sakin memur hayatına devam edeceklermiş, "bana kimse dokunmazsa sesimi çıkarmam" düşüncesi birileri onlara dokunmadan önce yaşamlarının tek felsefesiymiş, yüzlerinden öyle okunuyor.

rüya bu, istediğini algılayamazsın, bulduğunu yersin. yürüyüşün amacını bilmiyorum ama uyandırdığı bu hisler, "haksızlık ve başkaldırı" duygulandırdı anında beni. onlarla birlikte yürümeye başladık.

o sırada olan oldu. ortalık bulutlandı. karardı. sis gibi, toz bulutu gibi...
istiklalin tünel tarafındaki ucu çok uzak gibiydi. insan seli oraya kadar gidiyordu.
sonra bi helikopter alçalmaya başladı o civara. ve bombalar bıraktı.

meydana yakındık biz. meydana doğru kaçmaya başladık. meydanda da polis saldırıyordu. tarlabaşına ara sokaklara doğru kaçmaya çalışırken uyandım.
son andaki hisler: devlet neden bomba atsın ki kendi vatandaşına, şaşkınlığı. dünyanın kirini, hep haberlerde okuyup sinirlendiğim şeyleri gerçekmiş gibi yaşamak..

uyanınca bikaç saat sonra haberleri okudum. ve şununla karşılaştım: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1073909&Date=29.12.2011&CategoryID=77

şimdi.
hislerimi anlatmalıydım. tek yapabildiğim blog yazmaktı. okuyanım çok olmasa da, birilerinin okuduğunu biliyordum.
ama tedirgin oldum. bu yazıdan sonra teröristleri savunduğum düşünülebilirdi mesela, herhangi bi örgüte yardım ve yataklık etmekten, örgüt yandaşlığından, örgüt zart zurtundan tutuklanabilirdim. böyle anarşist yazılar paylaşarak başıma bi şeyler gelmesine sebep olabilirdim?

insanlar sosyal ağlarda paylaştıklarına bile bu korkuyla dikkat ediyorlar artık.

ben kimim ki. adam gibi bi eyleme bile katılmamışım, şimdiye kadar iktidarla olan tek fiziksel sorunum patronlarla kavga edişim olmuş. o da sendikacılıktan falan değil, kişiliğime saygı duyulmadığını hissetmemden.. misal biri sinema kursuna gidişime karışmak istemiş...uyuz olmuşum, işten çıkmaya bakmışım.. yanımda sürekli olarak insanlara küfreden bi patronun yanında çalışmak istememişim, ayrılmışım, o da beni küfrederek kovmuş... gençlik işte. törpüleniyoruz yavaştan.

yani ben pısırık bi memurum aslında. devletin benle ne derdi olacak ki. ama ben bile korkuyorum başıma bi şey gelir mi sesli harfleri azıcık daha sesli söylersem, diye.

durum budur. dünyayı sanat insanları ve sevgi ve güzellikler kurtaracak, devletler değil. emin olduğum tek şey bu.. ütopya okumaya devam edeceğim.. (en son aldous huxley'nin ada'sını okudum, ah dedim o ada'da ben de olsaydım).

samimiyetle gözlerinden öperim varolmayanülkem. yaşayan ölüler tarafından öpülene kadar buralardayım. söz.






22 Aralık 2011

SESSİZLİK

insan mutluyken yazmazmış ülkem. eksik bu, sadece mutluyken değil, kafası karışıkken de yazmaz.
bana mutluydun diye çemkirip günahımı alma.
halil sezai'nin dediği gibi şaşıyorum mutlu insanlara, sevmiyorum onları.

---
hormonların doğurduğu hislere isimler veriyoruz. sonra o isimleri tanımlamaya çalışıyoruz. hepsi bu.
aşk nedir?
arzu nedir?
heves nedir?
adalet nedir?
ihanet nedir?
sevgi nedir?
....
bunların doğru cevaplarını bulup ona göre kendimizi bi sınıfa dahil ediyoruz. sonra rahatlamaya ya da vicdan azabı çekmeye ya da sonuç her neyse, o tanıma göre ne gerekiyorsa onu hissetmeye çalışıyoruz.

ama doğru bi cevap yok.
aşk nedir misal? aşkın ne kadarı hormonaldir?

cevap veremeyince insan kendine, konuşmak istemiyor.
susmak, dinlemek lazım demek.