30 Aralık 2014

evet. uzun zaman oldu klavyeye konuşmayalı. çok şey oldu tabi bu arada. yeni sayfalar açmak gerekti hayatta. blog yazmamak bi seçenek. yeni blog açmak da diğer bi seçenek. ama sabit kalmamak, gelip geçenleri bi yerlere kaydetmek, kıymet verip kaydetmek gerek. en gerekli olan bu. baktıkça, okudukça, kıymetini hatırlamak gerek. belki bikaç cümle, belki fotoğraf, belki tasvir, belki öykücük... yazılası bi ömrümüz olsun diye, yazabilmek için. biraz susmak lazım.

3 Ağustos 2014

posamı çıkartıp+çıkarttırıp yaşıyorum.
patates çorbası olmaktan ziyade, posa olduğumu hissediyorum artık.
püre gibi de değil, sanki yenmiş de kusulmuş, veya suyu sıkılmış da katı halde kalmış gibi, işe yaramaz.

turgutçuğum özbenle selimciğim ışık arasında gidip gelirdim eskiden, selimciğim ışık'a daha çok yaklaştığımı hissediyorum. bi odaya kapanıp insan görmemek lazım misal, hasta ediyorlar beni, sokaklar tehlikeli.yatakta bekledikçe ölünür de belki.

çekingen veya içe dönük/kapanık insanlardan beslenen bi çoğunluk var. her türlü toplumsal sınıfın, statünün ötesinde bi kutuplaşma bu. onların üstüne giderek, hatta onları köşeye sıkıştırarak, hatta ezerek besleniyorlar. posasını çıkartıyorlar işte...konuşmayı çok seviyorlar.çoğu zaman iyi insanlar halbuki.

bu yüzden ya ölmek lazım, ya da posa olmamayı becermek. pürelik, çorbalık her zaman daha iyidir.

afilli cümlemi de söylediğime göre burnumu çeke çeke, kamburumu çıkara çıkara, sinir krizi geçirmeye gidebilirim.

23 Temmuz 2014

git gide daha çok pısırıklaştığımı fark ettim bugün. evde yaşamaya, insan görmemeye o kadar alıştım ki, iş çıkış saatinde metrodaki insanlar artık korkunç geliyor. vahşi doğada, sanki ben otoburum, onlar etobur. sanki bi şey olacak ve beni tutup boynumu koparıverecekler. her halim, içim dışım, onlardan korkuyorum.

10 Haziran 2014

aydınlanma devri

az önce aydınlandım.

ben bu iş hayatına uyum sağlayabiliyor muyum, her türlüsüne? hayır. mavi yakadan beyaz yakaya, akademisyenliğe...hepsinde bi şekilde başarısız oluyor muyum? evet. yalakalık, alttan alma, işbitiricilik, sorgulamama gibi meziyetler bende yok mu? evet. torpil işlerine bulaşmayı bile beceremiyor muyum? evet.

o zaman niye kasıyorum çalışmak için? niye kariyer peşinde koşuyorum? neyin özgürlüğü bu? işverenlerin peşinde koşmak bana ne kazandıracak, para mı? parayla ne yapıcam ben? kitap okuyup gezicem.

gezmeyi boşverdiğini düşün. hayat çok farklı ve kolay olabilir.

misal köye git. anan baban orda. kaç yıl daha yaşarlar bilinmez ya, kalırsın gittiği yere kadar onlarla. bahçe ekersin, kedilerle köpeklerle koklaşırsın, evi tamir edersin, hem onlara göz kulak olursun, iyi olur. şanslısın, muhafazakar olup aynı zamanda sana fazla bulaşmayacak, fikirlerin yüzünden sokağa atmayacak bi onlar var. belki bilimum ahlaksız zevkten (alkol, seks vs) feragat etmen gerekir ama her şey para için savaşmaktan daha sempatik görünüyor şu an gözüme. bolca kitap oku, bahçeyle uğraş, arada bi annenlerin laflarına he de geç. hayat basit.

bu alternatif yeni geldi aklıma. annemlerin yanına asla dönmem diyenlerdendim. niye lan? niye? amaç ne? insanlıktan çıkıyorum çalışayım, 3 kuruş para kazanayım derken, annemlerin bana daha mı fazla kötülüğü dokunacak?

bırak dünya duymasın ismimi, hoca olmayayım, dünyayı gezmeyeyim, istediğim yere tatile gitmeyeyim... mandıra filozofu olayım. ne olur? kime ne zararı olur?

bu arada çalışabilenlere, para veya ideal peşinde koşturanlara lafım yok. becerebilenler için ne ala. lafım kendime, savaşacak gücüm yoksa neden kendimi zorluyorum?

23 Mayıs 2014

oyalanmak

daha fazla okumak, yazmak lazım.

bu dönem bi ders için sunum yapmam gerekiyordu. yükseğe başlamama rağmen, ortalama artık önemli hale gelmesine rağmen hala nota yönelik çalışmak aklıma gelmiyor. misal bu sunum aslında vizeymiş, yani aslında notlar açısından o kadar da önemli değilmiş, zira bu işin bi de finali var. ama sunum olduğu için, okuduklarımdan kağıtta değil de insanların karşısında hesaba çekileceğim için çok stres yaptım. o zaman çok iyi hazırlanmışsındır, deme çünkü stres yapınca çalışamıyorum.

sonuç olarak konu laiklikti, spekülasyona açık bir konuydu. benden çok sınıftaki arkadaşlar konuştu. herkesin bir fikri var, kafasındaki sorular var. "gerçek sekülarizm bu değil" denmesine ihtiyaç var. işin özüne inme çabası, biraz da kahvehane muhabbetine benzeyerek devam etti. ve sanırım çok da kötü olmadı sunum. eksik yönlerimi sunum esnasında kendim tespit ettim, kendimi eleştirdim. insan kendini eleştirince, karşıdakiler iyi niyetliyse, "yok aslında o konuya girmemen iyi oldu" diye tesllü etmeye çalışıyorlar, hoca da dahil. lakin lisansta, mühendislikteki hocalarıma benzer bi sunum yapsaydım verecekleri tepki bu olmazdı muhtemelen.

neyse, olay o değil aslında.

demem o ki sevgili güzel ülkem, okudukça, yazdıkça gerçek hissediyorum kendimi. ama her zaman bu gerçekçi role bürünemiyorum. misal dün sanırım 8 bölüm madmen izledim. sadece seyrettim. tivit okur gibi, eylem izler gibi, tiyatro izler gibi. hiçbir şey üretmeden, sadece izledim. yazmak, okumak, izlediklerimden not almak, tarihsel verilere kafa yormak aklıma geldi, ama imkansızdı. dizi kültürünün ne büyük uyuşturucu olduğunu düşündüm. dönem dizisi diye başlamıştı aslında bu diziye. kapitalizm, amerika, tüketim kültürü vs... sonra fark ettim ki, kim kimi aldatmış, kim kimi basmış, kim kimle kavga etmiş, kim özüne dönmek istemiş... bunları öğrenmek için izliyorum. madmen, medcezir oldu birden. yemek yemedim, cips vardı evde, bi paket cips yedim, yoğurda bandıra bandıra. sonra düşündüm. internet, elektrik, su ve atıştırmalık bi şey olsa, saatlerce oturup internet başında oyalanmak çok kolay. kendi hayatını unut, ailen dizi karakterleri olsun. onlar yaşasın, sen izle. günlerce böyle yaşayanlar var, üniversite öğrencileri. yurda kapanmış, bi günde 2 sezon lost izlemiş mesela. onlar da benim gibi zamanı boşa geçirdiklerini hissediyorlar mı?yoksa gerçekten mutlu mu oluyorlar izledikçe?

yapmak zorunda olduğum hiçbir şey olmasa bile mutsuz oluyorum bir yerden sonra. başkalarını izlemek tamam da, benim hayatım ne olacak? zaman geçiyor, benim hayatım daha mı değersiz o dizi karakterlerininkinden?

aslında dizi izlerken de bir taraftan yaşıyorum işte. bu da eve kapanmış bir dönem. tıpkı dizi karakterlerinin depresyona girmesi gibi.

neyse, amacım bi sonuca varmak değil. ama bizim nesil çok fazla oyalanıyor sanırım. üretemiyoruz. oyalanmaktan kurtaramıyoruz kendimizi. sırf bunun için facebook hesabımı kapattım. başkalarının hayatlarını gözetlerken saatler boşa gidiyor diye. ama facebookla iş bitmiyor. oyalanmak isteyen nefsi yok edip, üretmek isteyen tarafı yeniden doğurmak lazım. nasıl başaracağız? bilemiyorum.


6 Mayıs 2014

tutunmak buysa hiç zorlama, demiş adam (derin uyku adamı)

20 Nisan 2014

insan kuyuya battığı yerden kendisi çıkmayı bilmeli. halbuki o kadar zor değil. şimdi bi şey yapman gerekiyorsa, yapmalısın. ama bi yerdden sonra, bi şekilde alkol bulup kafanı güzelleştirdiyseni yapman gereken şeyi aslında o kadar da yapman gerekmediğini düşünmeye başlıyorsun. misal, çeviri yapmak varken medcezir izleyip şarap içmen yasaklanmış olabilir. ama artık çok geçtir belki. kafan güzelleşmiş, gözlerin bulanıklaşmıştıer. zihnin uyuşmuştur, ne de güzel olmuştur. sorumluluklarını yerine getirmemen artık suç olmaktan çıkmıştır gözünde. işte bu yüzden alkol sağlığa zararlıdır. herkes sorumluluklarının gereksiz olduğunu düşünse, her an bunu düşünse ne olur dünyanın hali? n

ne olur dünyanın hali? hepimiz bu dünyayı kurtarmak için savaşmalıyız. çünkü dünya böyle bi şey. belki marsta olsak farklı olabilirdi. ama işte, dünyadayız, marsa gitmeye de kimsenin götü yemiyor.