21 Temmuz 2013

KIRIK

uzun zamandır olmuyordu
bağrına bi yumruk oturma hissi.
kavga etmiyormuşum, içim sıkılmıyormuş demek ki
karşılıklı kırılmanın verdiği acı
barışmak için bi adım atmak istemeyerek
zamanın  geçmesini beklemek
barışsan da bi şeyin değişmeyeceğini düşünmek
hayatın kaldığı yerden bi an önce devam etmesini ummak
bi köşede kırdığın bi insan varken, nasıl olabilir ki bu?
kim olursa olsun, birini kırmışken hayat nasıl kaldığı yerden devam edebilir.
içindeki bu kara kurumdan oluşmuş yumruk nolcak?

yalnızlaşmanın ilk büyük adımını attım.
isteyip duruyordum ya hani.
bakalım geri dönüş olur mu,
başka adımlar gelir mi?
yalnız kalınca başım göğe erer mi?

kendimle başbaşa kalmak korkunç
bana sürekli beni göstermeye çalışan insanlardan sıkılmam bundan belki.
konuşmadan yaşamak istiyorum.
ne yapacağımı, ne düşündüğümü neyi neden yaptığımıkonuşmadan.
ikna etmeden.
keşke kırmadan becerseydim bunu.

vazo kırıldı.
yapıştırılır geri ama
aynısı olmaz.
ayrıca,
kim yapıştırır?
benim hiç halim yok.

20 Temmuz 2013

göz sorunu

okuyamıyorum istediğim gibi.
satır atlıyorum. gözlerim karıştırıyor.
sesli okumazsam anlamıyorum
yavaş okuyorum.
gözlerim ağrıyor.
aklımdan sürekli başka şeyler geçiyor.
bu son dediğim artık roman okurken bile oluyor.
her sayfada en az bir paragrafı 2 kez okuyorum

doktora mı gitsem
bunu niye yazdım buraya bilmem.
insanlara şikayet etmektense beyaz ekrana etmek...

yurgungün yazısı

sıkılıyorum
çok sıkılıyorum
insanlardan çok sıkılıyorum
zorlayan insanlardan
bunaltan
cevap bekleyen insanlardan çok sıkılıyorum
görmek istemiyorum
görmek istemiyorum
kimseyi görmek istemiyorum.
böyle değildim ben
böyle değildin sen
biz böyle değildik
daha saf
daha açık
daha az sözlü olmak istiyorum
daha içten daha az pazarlıklı
daha az kibar
o aramaktan bıktığımı kelime
samimi
daha samimi
gittikçe daha oyuncuyuz
gittikçe daha az safız
makyajı sevmiyorum ben
dudağım nasılsa öyle görünsün, parlamasın, gülümseyen bi çizgi olmasın ucunda.
beni böyle sev seveceksen
böyle bitsin.

5 Temmuz 2013

1 idiot

çevremdeki insan sayısı gittikçe azalıyor. her kişiye özel farklı farklı sebepler vardır heralde. ama ortak nokta ben olduğuma göre bende sabit olan ortak bi sebep de vardır mutlaka.

kimseyi aramıyorum ve arama isteği duymuyorum. en önemli sebep bu tabi. aramayan taraf ben olunca, yalnızlaşmak çok da üzmüyor. toplum içinde geyik yapabiliyorum hala, gelip geçici bi ortama girince bi şekilde yırtmayı, hastalıklı ruh halimi yansıtmamayı başarıyorum. bi gülümseme yapıştırıyorum suratıma ve kimse "niye durgunsun" diye sormuyor. durgun da değilim zaten. sadece vakit doldurmak için ordayım, çok eğlendiğimden değil, bunu biliyorum. ve çoğu kişi de öyle zaten reddetseler de. yoksa niye arkasından bıdı bıdı konuştuğu insanın yanında kahkaha atsın ki insan? ama sürekli yalnız geçmiyor hayat. sosyalleşmek gerekiyor. hep çıkar ilişkisinden.

niye kimseyi aramak istemiyorum? asıl mesele bu benim tarafımdan.
birincisi, geçiş dönemindeyim gibi geliyor. muhabbetlerinden sıkılıyorum. anlatacaklarım yıllardır aynı, onlardan dinleyeceklerim benzer. hayat hakkında ahkam kesmek, birbirimizi haklı çıkarmak, eleştirmek sıkıcı artık. konuşma, yaşa. aslında kızlar böyle (yoksa kadınlar mı demeliydim, hangisi doğruysa onu demeliyim, siktiret doğruyu, siktir mi ne kadar cinsiyetçi bi küfür, sıçtır et o zaman, git başımdan), aslında erkekler şöyle, hayat şöyle olmalı, siyaset şu kadar kirli, aman da kapitalizm, of yine mi haksızlık... böyle işte. 2 sene sonra değişiyor kafamızdaki doğrular, yanlışlar, aşklar, aileler, işler güçler, okullar, ideolojiler, dinler. hayat felsefelerimiz sürekli değişiyor. neden en doğrusunu bulmaya çalışıyoruz her muhabbette?

bu fikirsel tatrışmaları çıkarınca ne kalıyor geriye konuşacak? moda, kuaför önerisi filan mı? onlardan konuşmaktan hiç bi zaman zevk almadım ki zaten. banane senin en son aldığın elbisenin belindeki kemerin şıklığından. zaten bu tür şeyler konuşmayı talep edecek kimse de yok çevremde. onlar çoook önceden terk ettiler beni, tabi ben de onları.

bi de artık, gittikçe daha asosyal olduğumdan mıdır nedir, sürekli yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum. espri yaptığımda biri ciddiye alıp "ama o öyle değil..." diye açıklama yapmaya kalkarsa "zaten şaka yapmıştım" desem mi, yoksa susup oturup zamanın geçmesini mi beklesem, yoksa "şu an aynı kafada değiliz, bana müsaade" deyip yanlarından ayrılsam mı, bilemiyorum. sinirleniyorum. o kişiye değil. niye bu kadarcık şey bile yanlış anlaşılabiliyor, diye. o zaman tabi ki dünyada kavga bitmez. gülmek istiyordum sadece, neden ciddileşiyoruz ki durup dururken... diyorum. why so serious diyorum, u got it?

bi diğer sebep: yakınımdaki insanlarla hep savaşa hazırlık yaptığımız dönemde, yani üniversitede tanıştım. ideallerimiz vardı ve "ne olmamız gerektiği" konusunda sürekli birbirimizi motive ettik. şimdi o motivasyonum eksiye indi. tekrar sıfıra çıkartmaya çalışıyorum. onlarsa hala pozitiflerdeler, ve hedefledikleri sayıya ulaşmaya çalışıyorlar. kimisi şiirlerini yayınlatıyor sonunda edebiyat dergilerinde, güzel bi makale yazıp düzgün bi siteye koyuyor, işinde hayvan gibi çalışsa da başarılı olunca bi şekilde tatmin oluyor, kimisi savunduğu hayat için bi taraftan yol çizerken bi taraftan o doğrultudan sapmadan hareket etmeyi başarıyor, yurtdısına çıkıp tek başına avrupa turu yapıyor kimisi, birinin büyük emek verdiği kitabı yayınlanıyor, biri işinde başarılı olmayı geçtim artık uzmanlaşıyor, aranan kişi haline geliyor... ben filmlerden, kitaplardan ve diğer insanların hayatlarından etkilenip, onları idealleştiriyorum, o yolda yapılması gerekenleri sıralıyordumum. ama hep başkalarını motive etmek içindi bu. sayemde başkaları motive oluyordu, ama ben açık kutu değilim. ne kendimi gaza getirebiliyorum, ne de onların gaz verme çabası beni yüreklendiriyor. onlar gaz vermeye çabaladıkça kabuğuma çekiliyorum. benden bir ya da birkaç adım önde olanı çekemiyorum. çok basit, ilkel bi ruh hali. ben önde olup nasihat veren olmalıyım hep. şimdi onların beni çoktan geçtiğini gördükçe, nasihat veren taraf olmayı da istemiyorum.

şimdi dönüp baktığımda kendime, o kadar çok konuda geride kalmışım ki. onların tavsiyelerini duymamak için de görüşmüyorum aslında. acı çekseler de kararlı adımlarla ilerliyorlar. beni de tutup çekmeye çalışıyorlar ama sanırım gururuma dokunuyor bu. yalnız kalıp, kendim bi şeyler başarmaya çalışıyorum. içten içe bu gururla asla istediğime ulaşamayacağımı bile bile.

herkeste vardır ego, kendini üstün görme isteği, sürekli övülme isteği... ama bi çoğunda en azından benim arkadaşlarımda, hiç olmazsa ideallerine götürecek yolda, eleştirilme isteği de var. bende pek yok sanırım ondan. açıkçası bu bi süreç, geçiş dönemi. hiç dostum olmadan yaşayamayacağımı biliyorum. ama şu an bu gurur hastalığımı da pek tedavi edebilecek halde değilim. savaşmaya yeni başlamış acemi bi asker gibiyim, ama adam eksikliğinden mi artık nedense, komutan yapmışlar beni birden, stratejiler geliştirmem gerekiyor. afalladım. gururumdan  benden başarılı olan, kafası daha düzgün çalışan komutanlardan tavsiye almıyorum. böyle boktan bi durum işte.

nasıl, ne şekilde, hangi olaylar etkisiyle değişir durum? bilmiyorum.

altyapıda bunlar var, benim görebildiğim. sonuç: kızgınım, küskünüm insanlara, çabuk kırılıyorum, kırıyorum. bu kadar kırılgan olmamız yoruyor, eeh yeter be deyip odama kapanıyorum. ya da gidip bikaç geyik yapıyorum bi grup insan içinde (bu değil benim sosyallikten kastettiğim)... bi de ii çalışıyorum bu ruh haliyle, başarı hırsından değil, keşke o kadar hırslanacak kadar planlı çalışsa kafam. dizi izlemek gibi artık ders çalışmak, zaman geçiyor ve diziden iyi olan tarafı: sonunda pişmanlık yaratmıyor.