19 Eylül 2010

TATARLI TÜMÜLÜSÜ-İSTANBUL'DA BİR TARİH SERGİSİ

İstiklal Caddesi'nde Yapı Kredi-Vedat Nedim Tör Müzesi'nde bir sergi. "Tatarlı-Renklerin Dönüşü". Yine Avrupa 2o1o başkenti zımbırtısı etkinliği. Tarih sevenler için muhteşem, sevmeyenler için anlamsız olan bu sergi 26 Eylül'e kadar olduğu yerde duracak...

Afyon-Dinar yakınlarında M.Ö. 5. yy'da yapılmış Tatarlı tümülüsünde bir valinin mezarı bulunmaktaymış. O civarda Pers kralları ikamet etmekteymiş o zamanlar. Mezar odası yapay toprak yığını ile örtülerek tümülüs oluşturulmuş. Ahşap duvarlarının iç taraflarında valinin seferlerini ve cenaze tmrenini anlatan resimler varmış.





Yapı 1969 yılında tarih değil para seven insanlar tarafından yağmalanmış, boyalı resimli kısımların bir kısmı yurtdışına kaçırılmış. Geriye kalan resmsiz ahşap kalaslar sökülüp Afyon Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilmiş. 6 yıl önce kaçırılan parçaların bir kısmı Münih'te bir müzede bulunmuş ve Afyon'daki tümülüse ait olduğu kanıtlanınca tümülüsün tüm parçalarının bulunup eski haline getirilebilmesi için Türkiye ile bi çalışma başlatılmış.

Müzede ise mezar odasının restore edilmiş hali bulunuyor ve oda duvarındaki resimlerin o dönem hakkında verdiği ipuçları ve restorasyon işleminin nasıl yapıldığı sergi halinde anlatılıyor.

Mezar odası sergiden sonra Afyonkarahisar'a götürülüp ziyarete açılacakmış. Serginin amacı olarak belirtilen şu cümleyi sevdim: "Bu sergi dikkatleri TR'de hala devam eden mezar yağmalarına ve yasadışı eski eser ticaretine çekmeyi (...) kaybolmuş tarihi bilgilerigeri kazanmayı hedeflemektedir." (Bu yüzden "renklerin dönüşü" ismi verilmiş.)İçimden geçenleri yazmışlar. Yavaş yavaş da olsa , geç de olsa, eksik de olsa tarihi yapıların kurtarılmaya çalışılması umut verici.

Sergide aklıma gelen tek eksik: Mezar odasının o zamanlar neden yapıldığını kısaca anlatan bi açıklama olabilirdi belki... Tahmin edilebilir bir neden belki, ancak tahmin ettiğim pek çok şey yanlış çıktı, güvenmem tahmine, bilimsel sözler lazım bana:)
Kaynak

En son Troçki'nin Rusya'dan Türkiye'ye sığındığında Büyükada'da kaldığı evinin harabe halinde olmasına, Karaköy'deki yok olan binalara deli olmuştum... Bunlar benim yalnız birkaç hafta içinde öğrendiklerim.. Kimbilir dünyanın nerelerinde ne tarihler yok ediliyor... Allanois antik kenti'nin akıbeti ne olacak bakalım..

Sevgiler sana varolmayanülkem..











17 Eylül 2010

ANA-POP FESTİVALİNDE BELGESEL...

İki akşamdır ANA-POP festivalinde belgesel izliyorum.Beyoğlu'nda Cezayir Sokağı'nın girişinde soldaki Cezayir Binası'nda. Konu önemli değildi benim için, maksat belgesel izlemekti sadece.

Dün akşamki:
Gökçe Kaan Demirkıran'ın yönettiği "Müzikte Bir Deney - Anadolu Rock" filmi. 90 dakikalık belgesel boyunca hiç mi sıkılmaz insan? sıkılmadım... çok iyiydi anlatım gerçekten. Üniversitede öğrenciyken, öğrenci arkdaşlarıyla çekmiş filmi ve İst. Üni'nin teknik ekipmanlarını kullanmış. Tabi bunu duyunca bende bi kıpırdanma...Çok da uzak bi hayal değil be Hüs!

Bu akşamki:
Didem Pekün'ün ve Barış Doğrusöz'ün yönettikleri "Tülay German: Kor ve Ateş Yılları" filmi. 50 dakikalıktı ancak DVD de sorun olduğu için epey bekledik. Seyirci hiç "ee ne beklicem be" deyip çıkmadı. [İşte AFM lerden farkı burada! Herhangi bi filmi değil "o filmi" izlemek için geliyor seyirci ve ufak tefek eksiklikleri, yanlışlıkları, elde olmayan hataları, maddi yetersizlikleri, gözden kaçanları hoş görüyor... İşte gerçek "alan memnun satan memnun" ilişkisi (gösterimler ücretsizdi-manevi alışverişden bahsediyorum) burada. İşte biraz dabu festivaller sayesinde İstanbul'u seviyorum. İşte bu yüzden festivali bol olmayan şehirler için üzülüyorum ve olması için çaba göstermek gerek diye düşünüyorum...] Beklediğimize değdi, çok güzeldi. Tülay German'ı çok dinlememiştim, dinlemek istiyorum artık.

Bu filmlerde şuna dikkat ettim: Belgesel çekmek kişisel bir iş olduğundan insanüstü çaba gerektiriyor. Bunun için mutlaka bazı noktalar eksik kalıyor. Yeterli kaynak bulunamıyor, maddi yetersizlik oluyor, az kişi ilgilendiği için bazı eksikler gözden kaçabiliyor... Sonunda yönetmenle yapılan söyleşide, seyircinin zaten konuyla ilgisi olduğu için, soracak sorusu çok oluyor. Bu kötü mü, elbette değil. Gözlerm sadece...

Çocuğum işte yahu, her gördüğüm değişikliği eteğinizden çekiştirip parmak ucumla göstermeye çalışıyorum:)

Bu arada yarın etkinliğin son günü.. Çok uğraşılmış belli, güzel bi organizasyon olmuş, belli. İnsanların nasıl koşturduğunu gördükçe zaten katılmayacaksan da yolundan dönüp katılasın geliyor... Azıcık enerjim olsa yarınki konsere de gitmek isterdim. Emektar Türk sanatçıları çıkacakmış, çok incelemedim.. ama böyle bi sakin sakin evde oturasım var yarın... isteyene ahanda bilgisi:
http://www.anapop.org/

bu sene gidemeyen bi sonrakisine gitsin. Hakkaten güzel, atölyeler, söyleşiler falan var...

Sevgiler sana varolmayanülkem..



8 Eylül 2010


Müzeler kapalıysa İstanbul'da ne yapılır??

İstanbul'da son zamanlarda ancak müze takntısıyla gezebildiğimi geçtiğimiz Arife günü fark ettim. Müzeler sadece yarım gün açıktı ancak ben bütün gün gezmek istiyordum. Evden çıkabilmek için uzun uzun düşünmem gerekti. Nerde o plansız programsız çıkıp rastgele sokaklarda dolaşıp insanlarla muhabbet edip zevkten dört köşe olmuş halde yatağına dönen hüs? Yaşlandım mı olgunlaştım mı koşturmacaya mı kapıldım... zor bulduğum boş vakitlerimi olabildiğince verimli harcamak çabasındayım. hiç keyifli değil, farkındayım.

neyse... Avrupa 2010 başkent zımbırtısı var ya, hemen onun sitesinden bugün ne varmış diye baktım. Sanat Limanı'ndaki sergiye gittim, "Yunanistan'da mimari paralellikler: 19. yüzyıl geleneğinden 21. yüzyıl değişikliğine". Fotoğraflardan oluşan bir sergi. Özetle: eski (yaklaşık 100 yıl önceki) fotoğraflarla (Fotoğrafçı: Aristotelis Zahos)günümüz fotoğrafları sergilenerek Yunanistan'daki tarihi yapıların yok edilişleri vurgulanıyor. Türkiye ile Yunanistan'ın insanlarının bu saçma özellik yüzünden de akraba sayılabileceğini görüyorsunuz. Akdeniz insanı mı hep böyle sorumsuz olur geçmişine karşı? Başka medeniyet insanlarının geleneklerine saygısızlık, müslümanlarda kiliseleri camileştirilerek gösterilirken, Yunanistan'da da camilerin kiliseleştirilmesiyle görülüyor. Bu da ne kadar benzediğimizin bir göstergesi sayılabilir mi acaba? Ve işte insanlık hakkında hala ümitli olmamı sağlayacak ya da tüm ümitlerimi yok edecek soru: Sırf geçmiş medeniyetlere saygı duyduğundan yaratılan sanatsal güzelliklere dokunmayan bir medeniyet var mı şu an dünya üzerinde? Varsa gidip görmek istiyorum, yoksa... Neden uğraşayım bu dünyanın daha iyiye gitmesi için?

O değil de Yunanistan da gezilecek yer... Türkiye'de gezmediğim tarihi mekan kalmamalı diyordum kendime, komşuları da katmalıymışım listeye.. Çok benziyoruz kültürel olarak. Amacım ne? Sanırım aslında tek amacım kendimi tanımak. Gezdikçe mi tanır insan kendini? O da yöntemlerden biri..

Arife Günü'nden diğer notlar:

- "Despot evi" nedir, öğrenmem lazım
- Karaköy'de ne çok eski bina varmış, çatısında ot bitmiş, yıkılmak üzere gibi (resimde)...
- Eminönü-Haliç vapur seferleri güzelmiş.
- Hasköy'de gezmek lazımmış.
- Eminönü'nden Emirgan'a vapur varmış.
- Turşu suyuna rakip içecek olsa olsa şalgam suyu olurmuş.
- Erkek olmak gezmeyi de daha kolay kılarmış.

6 Eylül 2010

BİR DÜŞ DOĞDU, HAYIR OLSUN

Hikayelerim var, onları anlatmanın farklı bi yolu geldi aklıma: Belgesel çekmek. film değil, belgesel.

hani mesela bi lunapark çalışanının hikayesi var ya anlatmamı bekleyen, ya da pişmaniye satıcısı, ya da sahaflardaki uzun sakallı adam...Bekliyorlar beni. ben gitmezsem kim dinleyecek onları? Kim ölümsüzleştirecek soluklarını?Gizli kahramanlar olarak sonsuza kadar yaşamayı nasıl başaracaklar?

dünün bugünün ve yarının bana ihtiyacı var. herkese olduğu kadar. ben olmazsam olmaz. varsam da yol olmamalıyım. yöntem aradım şimdiye kadar. daha cesurca denemeliyim artık belki.

Bu gece KOSMOS dedi ki: Herkesin başına aynı şey geliyor. inanmıyorum O'na. beni inandırana kadar herkesin başına ne geldiğini öğrenmeye devam...inandıramazsa da bi kayıp olmaz hiç değilse..

3 Eylül 2010

HAYDARPAŞA-ESKİŞEHİR TREN GÜZERGAHI NOTLARI:

Yola çıkmak benim için ruh arındırma yöntemi. Bu yöntemde bilgisayarın/internetin yeri yok. Ah bi de o hayal var tabi: Sırt çantam ve ben avare avare gezmelerimiz! İki üç parça kıyafet ve kimlik ve ekmek şarap sen ve ben tadında gezmelerim... O güneşin nerde doğup nerde batacağı bilinmeyenlerinden. Nerede bekliyorsunuz beni bulutlar?

Sırt çantam, tiril tiril kıyafetlerim ve ben.
Bizi anlata anlata bitiremem.
Nasıl bi dört köşe keyif!
Girme aramıza fani dünya, girme işte!
Bırak aşıklar kavuşsun birbirine aa...

- Ufacık bir köprücük; belli ki su akarmış altından eskiden.
Kocaman bir köprü ayağı, belli ki yol geçecek üstünden.

- Yol kenarında tarlalar. Tarla görmeyeli - İstanbul'dan çıkmayalı- epey olmuş

- "Evet efendim Bozüyük'e geliyoruz...Bozüyük!"
"Boşlar kalmasın efendim, çööööp..."
TCDD çalışanlarının her cümlesinin sonunda "efendim" var. Çok meraklı değilim "efendi" olmaya ama, o 40 yaş üstü byıklı amcalardan ve onlarla aynı üniformalar içindeki gençlerden bu sözcüğü duymak, üstelik tren yolunda duymak eski-özlenen zamanlarda yaşıyormuşum gibi.. gibi gibi..

- Trende derinden gelen her korna sesinde rayların üstünde -olmaması gereken- bi canlıya çarpacakmışız gibi korku doluyor içim... Redkit usulü filmler.. sizin eserinizim. Saygılar...

- Bozüyük'teki apartman dairelerinde yaşayacak kadar çok insan var mı bu ilçede? Bilecik babasından büyük mü Bozüyük Efendi?


- Arifiye yakınlarındaki köyler güzel. Tren yolu kenarında tarla, yanında ev. Az ileride Sakarya.

- Boyum kadar olmuş mısır tarlaları. sararmış yaprakları. Anneannemle gidip toplardık. Yapraklarını ayırırdım eve gelince. Püskülleriyle oynardım. Ne zaman bıraktım oynamayı?

- Gar çalışanlarının lojmanları. hiç bi eve bu kadar özenmemiştim huzur için. derdim ki insan bulunduğu yere huzuru kendi getirir. ama bu evler öyle değil. her geçişimde trenden inip sonsuz süre orada kalasım geliyor. hele biri var ki, bahçesinde hamağıyla.... sanki o hamağa uzansam bütün dertler geçen trenle uzaklaşacakmış gibi.

-önümdeki koltuklarda sessiz, kendisinden başka kimsenin anlayamayacağı tonda bi şeyler söyledi adam ( orta yaşlı tür aile babası tipi-kareli gömlekli, göbekli, bıyıklı)."efendim?" diye seslenen karısının yüzüne bakmadan bi tafrayla yürüyüp gitmesinin sebebi ne olabilir? evlilik mesela?...

- simitçi binse de tuzlu tuzlu simit yesem İzmit simidi...

- kullanılmayan bi tren var Arifiye Garı'nda. penceresinde su şişesi var, perdeleri dağınıl... ne yapılır bu kullanılmayan trenler? nereye giderler?

- o huzurlu evlerden biri; bahçesinde oyuncak at var.

- 500ml lik pet şişeye evde kaynatılmış vişne suyu koyan bir "anne" oturuyor önümdeki koltukta. Anne olmanın gereği midir bu tutumluluk?anne..

- Sapanca'nın zengin görünümlü yerlerine selam olsun. Sadece emeklilik sonrası için mi uygunsunuz siz, yoksa şimdi de gelsem kabul eder misiniz?

- İzmit'e geldiğimiz nerden belli? çirkin, tektip binaların yükselmesinden... Üzgünüm İzmit, sevmiyorum seni.

- "bütün gün trenlerde pişmaniye satmak" diye bi meslek var, farkında mıyız??

- tren yolundaki raylar nasıl sabitlenir?

- toyota fabrikasının yanında araba hurdacısı... çok manidar. şehir içinde mezarlık olması gibi.

- "marka" kavramını neden sevmediğimi buldum: aynı firmanın her yerde aynı yazı tipiyle bulunması, gittiğim yerlerdeki yenilikleri keşfetme zevkimi engelliyor. dünyanın neresinde mc donalds yoktur mesela? oraya gitmeyi denemem gerek. Küba?

yollar, en kısa zamanda görüşmek üzere...