29 Mayıs 2011

İSTANBUL 2. BÖLGE BAĞIMSIZ ADAYLAR

“Oy verecek parti mi var ki!” diye kestirip atanlar…
“Amaan oyum boşa gitmesin diye (cartcurtzırtpırt) partisine veriyorum işte…” diyenler…
“Bağımsızlar hep BDP’liler değil mi işte!” deyip geçiverenler…

Hepiniz susun ve OKUYUN! (başkaları da okuyabilir tabi)
Evet, üşenmedim, araştırdım (çok da uğraşmadım, google'da aradım sadece). 
İşte size İstanbul 2. Bölge bağımsız adaylar ve özgeçmişleri.
Saçma sapan seçim vaadleri yerine adayların geçmişlerine bakmak mantıklı değil mi??

(NOT: Sıralama YSK'nın sıralaması, okuyanların kime oy vereceği zerre kadar umrumda değil, bu böyle biline, kimseyi yolundan çevirmeye falan çalışmıyorum)

1. SIRRI SÜREYYA ÖNDER

- 1962’de Adıyaman’da doğdu
- Türkmen kökenli Türk sinemacı, yönetmen ve yazar
- Yönetmenlik, sinema oyunculuğu, senaristlik, müzik yapımcılığı ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı.
- 1978 yılında Adıyaman Lisesi'nde öğrenciyken Maraş Katliamı'nı protesto ettiği için tutuklanarak cezaevine girdi.
- Tahliye olduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanarak Ankara'ya gitti.
- 12 Eylül Darbesi yapıldığında Ankara'daydı.
- İlk tutuklama furyasında hapse girdi.
- Uzunca bir yargılama sürecinin ardından 12 yıl hapse mahkûm edildi.
- Açlık grevleri vb. protestoları ve eylemleri nedeniyle infazlarının yakılması sonucu çeşitli cezaevlerinde yedi yıl hapis yattı.
- Önder, Beynelmilel isimli filmin senaryosuna, BKM Film de yeşil ışık yakınca ilk yönetmenliğini yaptı.
- Ocak 2010 - Mart 2010 arasında BirGün gazetesinde köşe yazıları yazarak başladı.
- Ekim 2010'dan beri Radikal gazetesinde köşe yazarlığına devam ediyor.
- 3 Mayıs'tan itibaren Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığına devam edecek.
- 2011 genel seçimlerinde BDP'nin desteklediği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blogu’ndan aday oldu. (Kaynak işte burada) (Hakkında daha fazla videoyu, bilgiyi google’da rahaaatça bulabilirsiniz, hepsini tek tek yapıştırmadım buraya.)


2. REFİK ÖZMEN

- 1963′te Sinop’ta doğdu ve 48 yıldır Beyoğlu ilçesi Kaptanpaşa mahallesinde yaşıyor.
- İlköğretimini Kadı Mehmet Okulunda tamamlayan Refik Özmen maddi imkansızlıklar yüzünden ortaokula devam edemedi.
- Küçük yaşta çalışma hayatına başlayan Refik Özmen açıköğretimden ortaokul ve liseyi bitirdi.
- Daha sonra Üniversite sınavını kazanarak Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimine yerleşti.
- Evli ve 2 çocuk babası olan refik Özmen ticretle uğraşmış ve emekli olmuştur.
- Bundan sonraki hayatında bölge halkının sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için bağımsız milletvekili adaylığına karar vermiştir. (kaynak)


3. ÇETİN DOĞAN

- 1940’ta Trabzon’da doğdu.
- Türk asker, emekli orgeneral.
- Mart 2003 yılında 1. Ordu Komutanı iken Balyoz Darbe planını hazırladığı iddia edilmiş. Bu planla ilgili açılan davada tutuklu olarak yargılanmasına devam edilmekteymiş.
- 28 Şubat sürecinde adı fişlemeler ile anılan Batı Çalışma Grubu'nun başkanlığını yapmış. 
- Kendisinin imzası olan 16 Nisan 1997 tarihli ve bütün askerî birimlere gönderilen bir BÇG belgesinde, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanarak camilerin gözetim altına alınması emrediliyormuş.
- Plana göre görevli askerî personel camilere gidecek ve laiklik karşıtı fiil ve sözleri ivedilikle garnizon komutanlıklarına bildirecekmiş.
- TSK'dan emekli olduktan sonra dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti başkanlığına atanmış. 11. cumhurbaşkanıAbdullah Gül tarafından görevden alınmış.
- Taraf gazetesi tarafından 2003 yılında 1. Ordu Komutanı iken Balyoz Darbe planlarını hazırladığı iddia edilmiş. Ancak darbe suçlamalarını reddetmiş.
- Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet savcıları yaklaşık bir aylık incelemeden sonra 22 Şubat 2010 günü aralarında Çetin Doğan'ın da bulunduğu 49 askeri gözaltına almış. 
- 26 Şubat 2010'da mahkeme kararıyla tutuklanmış ve ertesi gün Silivri Cezaevi'ne konulmuş. Tutuklu olarak yargılanması devam etmekteymiş.
- Çetin Doğan 2011 Türkiye genel seçimlerinde, ağırlığını İşçi Partisi'nin oluşturduğu "Cumhuriyet Güçbirliği" bağımsız adaylar bloğu çerçevesinde İstanbul 2. Bölge'den bağımsız milletvekili adayı olmuş. (Kaynak işte budur)
Diğer kaynaklardan biri , bu da diğeri


4. FATMA RAGIBE KANIKURU LOĞOĞLU

Hakkında bulabildiğim tek özgeçmiş, “Hareketin Sesi” isimli bir grubun açtığı hayran sayfasında yer alan bilgiler. Ordaki metni aynen ekliyorum:

“Kendini amme hizmetine adayan 
yılmayan yıldırılamayan , 
tek kişilik bir ordu gibi çalışan
tiz sesiyle sohbet meclislerini çın çınlatan 
beklenmeyen, istenmeyen, dost meclisinde
hızır gibi anında biten 
süleymaniyede darül ziyafede, 
lalezar'da, kocav'da, türk dünyası araştırmalar vakfı'nda
beyazıtta, ilesamda, kubbealtı vakfında
çorlulu ali paşada, rumeli türkleri derneğinde
birlik vakfında, 
çemberlitaşta türk ocağında
yazarlar birliğinde
ve en nihayetinde 
sultanahmette türk edebiyatı vakfında
karşılaşmanız her an mümkündür.

4 dönemdir istanbul büyükşehir
belediye başkanlığına aday olan
fatma ragibe kanıkuru 

son seçimdede mevcut başkan kadir topbaş'ın
rakibi olup kendisi istanbul için
akla hayale gelmedik hatta ve hatta
korkulu kabuslarda bile çıkmayacak
projelerin mimarıdır .

Yaptığım yapacaklarımın teminatıdır 
diyen kanıkuru , 
''devleti sırtında taşıdığını lakin
kimsenin farketmediğini'' ısrarla belirtiyor.

Başındaki baş örtüsünün üzerine giydiği
kuvvacı kalpağıyla kolundaki
görevli yazan kolluyuğla
bıkmadan usanmadan yorulmadan
oturup bir nefes almadan 
vatansever ruhla olayların
analizini yapmakta kendince
çözüm yolları üretmektedir.

İşte bizim nam-ı değer kuvvacı fatma ablamız
b.a - h.s.k.
hareket merkezi” (kaynak mı, o da ne?)

Bu sayfa dışında internette hakkında yazılan köşe yazıları:
Turan Alkan’ın yazısı için 
Arslan Bulut’un yazısı için 
Ve tabi ki ekşi sözlük için 


5. CEMAL ŞENOL

- 1960'da  Kastamonu Bozkurt'da doğdu.
- 1974 yılında İstanbula gelerek gurbetin çetin şartlarında yaşam mücadelesini sürdürdü.
- Sosyal yaşamda aktif faaliyetlerde bulunup derneklerde, spor kulüplerinde ve sivil toplum kuruluşlarında yönetici ve başkan olarak görevler aldı.
- KAS-DER (Kastamonulular Dayanışma Derneği) Kağıthane kurucu ilçe başkanlığını yaptı.
- Son olarakda Kasder Genel başkan yardımcılığı görevinde bulundu.
- Siyaset yoluyla hizmetlerini sürdüren Cemal ŞENOL Anavatan Partisinde 2 dönem Belediye Meclis üyeliği yaptı.
- Ticaretle uğraşan Cemal ŞENOL Lise mezunu olup evli ve 3 çocuk babasıdır.
- Adaylık nedeni: (kendi ifadesiyle) “Yine bir seçim öncesindeyiz. Aileniz ve ülkemizle ilgili önemli bir karar aşamasındasınız. Partiler ve onların belirlediği milletvekili adayları belki oy için sizlere gelecekler. Bu aşamada kendi durumunuzu ve ülkenin içinde bulunduğu şartları mutlaka düşüneceğinizi umut ediyorum. Türkiye'miz siyaset kurumunun doğası gereği kısır verimsiz parti çekişmelerine feda edilemeyecek kadar değerlidir. Ne  doğduğum il Kastamonu, ne Türkiye'miz nede halkımız bu çaresizliği bu sahipsizliği hak etmiyor. Partilerin gerekliliğine ihtiyaç olduğu kadar, halkın ve toplumun sorunlarını genel başkan odaklı politikalara rağmen tüm gerçekliğiyle haykıracak cesur milletvekillerinede ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Siyasete emek vermiş halktan birisi olarak uzlaşma kültürünü ve halkla parlamento birlikteliğini gerçekleştirmek için Bağımsız Milletvekili Adayı oldum. Doğum yerim Kastamonu'muzun, yaşadığımız İstanbul'un ve tüm Anadolu'nun sorunlarını parlamentoya taşıyabilmek ve "sessiz çoğunluğun sesi" olmak için sizlerin destekleriyle aday oldum. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri olan Türkiye, Dinamik ve genç nüfusuyla Türkiye, Tarihsel kültürel uygarlık birikimiyle Türkiye, Dünya uluslar ailesinin potansiyel lideri Türkiye, Bu topraklar bu vatan bizim. Bu sevdayla alnı ak başı dik insanca yaşanabilir mutlu, güçlü bir Türkiye için birlikte yola çıktık. Merhum M. Akif "Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır..." diyerek görevimizi söylüyor. Birlikte başarmak dileğimle sevgi ve saygılarımı sunarım…” kaynak mı dersin

Diğer biri , ikisi 


6. EKREM ŞİT

- 1969’da Ardahan’da doğdu.
- 2 yaşında İstanbul Kağıthane Gültepe’ye yerleşti.
- 39 yıllık öz bir Kağıthaneli olan Ekrem Şit şair Yahya Kemal Zişan Alkoç Tınaztepe ve Gültepe lisesinde öğrenim gördü.
- Çocukluk, gençlik, okul siyasi ve ticari tüm hayatını Kağıthanede geçiren Ekrem Şit, tam bir Kağıthane sevdalısı. 
- İlk ticarete babasının bakkal dükkanında başlayan Ekrem Şit, ticari hayata ilk seyyar satıcılıkla atılmış ve peşinden gıda perakende toptan imalat ithalat, halen yapı marketler işletmeciliği ve inşaat müteahhitliği yapmakta.
- Evli 3 çocuk babası Ekrem Şit siyasete 1992 de Refah partisinin bir çok kademelerinde görev yaptı Belediye başkanı Fazlı Kılıç’la Kağıthane bağımsız belediye başkanlığı adaylığı çalışmasında görev aldı.
- Devamında Ak parti kurulunca Kağıthane Ak Parti meclis üyesi a.adayı oldu.
- TP’nin kurulmasıyla taze siyaset ümidiyle TP’yi Kağıthanede kuranlardan biri olan Ekrem Şit, TP kurucu ilçe başkan yardımcılığı ve halkla ilişkiler başkanlığı yaptı.
- 1984 -1992 araları Beşiktaş spor kulübünde rink boksu yaptı ve bazı dereceler aldı.
- TP Kağıthane ilçe başkanının inandığı değerlerle örtüşmeyen çalışmaları tarz ve tavırlarından dolayı istifa etti.  kaynak bir iki 


7. ABDÜRRAHİM GÖZE

Bir internet sitesi yok. Özgeçmişi de. Ancak kendisinin kurduğu Müslüman Kardeşlerin Birliği topluluğunun facebook sayfasında yazdığı ilk yazı görüşlerini açıklayabilir sanıyorum:
 “Allahımızın Selamı,Rahmeti,Mağfireti,Bolluğu,Bereketi,Merhameti,Şefkati,Hidayeti,Afiyeti,Nimeti,Selameti,Koruması üzerinize olsun kardeşlerim....

Nisâ 86 : Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.

Ülke servetini kendisi ve yandaşı zenginlerin tekeline vererek,kendi ve yandaşları debdebe,geri kalan halka ölmyecek kadar kendi iktidarlarına destek olmak şartıyla bir şeyler vermek Firavunların,Karunların,Yezidlerin ekonomik sistemi olan kapitalizmdir.

İslam refah ve gelir bakımından müslümanların eşitlenmesini hedefler ve bunun gerçekleşmesini sağlayacak ekonomik sistemin oluşturulmasını emreder.

Ülkemizdeki tüm siyasi partilerin ekonomik proğramı kapitalizmdir.

İslamın ekonomik sistemi dışında (KAPİTALİZMDE) tüm toplum için işsizlik ve sefaletten kurtuluş ve refah aramak,İslamdışı diinlerde ahirette CENNET aramak gibidir ve BEYHUDE BİR 
ARAYIŞTIR

KAPİTALİZM : Halkın çoğunu sömürüp sefalete iterek mutlu azınlık oluşturmayı hedefleyen ekomik anlayıştır.

Ülkemizdeki iş ve gelirin tüm halkımız arasında hakça paylaştırılması dışındaki proje ve vaatler tüm halkımızı işsizlik ve sefaletten kurtamak ve refaha taşımaktan uzak hayali proje ve kandırmaya yönelik vaadlerdir.

İslam müslümanların maddi anlamda eşitlenmelerini hedefler ve emreder.
Sevgili Peygamberimiz sav KİŞİ KENDİ NEFSİ İÇİN İSTEDKLERİNİ DİĞER KARDEŞLERİ İÇİN DE İSTEMEDİKÇE İMAN ETMİŞ OLMAZ.

İmkanı olup ta Maddi anlamda muhtaçların ihtiyacını karşılamayan veya karşılanmasını sağlamayan müslümanın diğer ibadetlerinin bir değeri ve sevabı yoktur.

Enfâl 24 
(Medenî 88) Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.

Kişinin ihtiyaçlarını karşılayacak gelire sahip olması onun için hayati önemdedir..

ZATEN SALTANAT İÇİNDE YAŞAYAN,KATMERLİ SİYASETÇİLERİ,
BİR GECEDE ON BİNLER ALAN SANATÇILARI,
MİLYONLARCA TRANSFER PARASI ALAN FUTBOLCULARI,
EN YÜKSEK KADEMEDEN ONBİNLER ALAN BÜROKRATLARI,
SÖMÜRÜCÜLERİN BORAZANI MEDYA MENSUPLARINI,
DARBECİ ZİHNİYETLERİ,
SALTANAT İÇİNDE YAŞAYAN DİN BARONLARINI,
BİNLERCE DÖNÜM TOPRAĞI OLAN AŞİRET VE TOPRAK AĞALARINI
LÜX MALİKANELER SAHİBİ SENDİKA AĞALARINI SEÇİP TE MİLLETVEKİLLİĞİ VE KIYAK MİLLETVEKİLİ EMEKLİ MAAŞINA BAĞLAYIP, KARUN OLMA YARIŞI YAPAN BU BİR AVUÇ MEŞHURA DUBLE SALTANATLAR KURMAKTAN VAZGEÇİP,
BUNDAN SONRA TÜM HALK OLARAK KENDİ SALTANATIMIZI KURMAYA YÖNELELİM.. 

Bu zamana kadar bu bir avuç mutlu azınlığa saltanat kurmaktan tüm halk olarak kendi saltanatımızı kurmaya bir türlü sıra gelmedi ve bu nedenle halk olarak işsiz ve yoksul kaldık

HALK OLARAK KENDİ SALTANATIMIZI KURMAYA SIRA GELSİN ARTIK...

Yönetimi altında olanlar için devlet baba gibidr,yönetimi altında olanların hepsi onun evladıdır,evlatlarından bir kısmına ülkenin tüm servetini ve iş kapılarını verip te,geri kalan çoğunluk evladına da GİDİN ONLAR NE KADARINIZI İŞE ALIYOR VE NE VERİYORLARSA KABUL EDİN diyerek tek amacı üç kuruş daha fazla kazanmak olan bir avuç zenginin insafına terkedemez. Hepsi onun evladıdır,Ülkedeki işi de geliri de kardeşane paylaştırır bütün evlatları arasında..

İslam dünyada mal kapma yarışı yapılan bir din,müslüman da kardeşleriyle mal kapama yarışı yapan biri değildir.

Mal kapma yarış sistemi batıl rejimlerin ekonomik sistemlerinin (kapitalizmin) yöntemidir,mal kapma yarışı da müslüman olmayanların amelidir.

İslam malı paylaşmada yarışılan bir din,müslüman da kardeşleriyle malı paylaşmada yarışan biridir.

Halkımızın İşsizlik ve sefaletini ve bundan kurtulup tüm halk olarak refaha kavuşmasını meclis ve ülkemizde tek gündem maddesi yapacak,bunun partisini ve iktidarını kuracak,ülkemizdeki ekonomik sistemi buna göre yeniden yapılandıracak ve ekonomik kanunları buna göre çıkaracak İktidar hareketi Facebooktaki MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN BİRLİĞİ ve onun Başkanı değerli hocamız Abdürrahim GÖZE'yi meclise taşıyalım

Ekonomik proğramı kapitalizm olan partilerle zaten halkımızın işsizlik ve yoksulluktan kurtulması mümkün olmadığından, halkımız en kısa zamanda yeni bir seçim için siyasileri zorlayacak ve hareketimiz partisiyle o zamana hazır hale gelecek,halkımız da isşizlik ve yoksulluktan kurtuluşun mecliste ve ülkemizde birinci gündem olması nedeniye partimiz altında toplanmış olacaktır..

HAYDİ ......TÜM HALK OLARAK İŞSİZLİK VE SEFALETTEN KURTULMAYA....

HAYDİ....HALKIMIZIN İŞSİZLİK VE SEFALETTEN KURTULUŞUNU ÜLKEMİZİN TEK GÜNDEMİ YAPACAK , İŞSİZLİK VE SEFALETTEN KURTULUŞU GERÇEKLEŞTİRECEK HAREKETİN LİDERİNİ MECLİSE TAŞIMAYA......

VE EKONOMİK PROĞRAMI SÖMÜRÜ SİSTEMİ KAPİTALİZM OLAN TÜM SİYASİ PARTİLERİ SANDIĞA GÖMMEYE...

BU ZAMANA KADAR YALANLARIYLA BİZİ TOKATLAYA TOKATLAYA İŞSİZLİK VE SEFALETE MAHKUM EDEREK ŞAMAR OĞLANINA ÇEVİREN SİYASİLERE BU SEÇİMDE ÖYLE BİR TOKAT ATALIMKİ,

HALKIN TOKADI NASILMIŞ VE TOKAT NASIL ATILIRMIŞ GÖRSÜNLER...

Halkımızı İSLAMIN ekonomik sistemiyle (ÜLKEMİZDEKİ TÜM ANA SEKTÖRLERİ DEVLETİN İŞLETMESİNE ALACAK VE İŞ İSTEYEN HER VATANDAŞINA BURALARDA VE REFAH İÇİNDE YAŞAYABİLECEĞİ BİR MAAŞ VEREEREK ) halkımızın tamamını işsizlik ve sefaletten kurtarıp refaha taşıyacak ve herkesin DİNİNİ özgürce yaşayabileceği bir Türkiye kuracak iktidar hareketi Facebooktaki MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN BİRLİĞİ Başkanı ve İstanbul 2 nci Seçim Bölgesi

((Bayrampaşa, Beşiktaş, Beyoğlu, Eminönü, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Kağıthane, Sarıyer, Şişli ve Zeytinburnu.) 

Bağımsız Milletvekili adayı : Abdürrahim GÖZE
“  kaynak


8.SEDAT ÇETİNTAŞ

Tam olarak biyografisini bulamadım yine. 75. Yıl Mahallesi’nde muhtarlık yapmış. Hakkında bulabildiğim en ayrıntılı bilgi burada. Onu da okuyuverin yahu üşendim kopyalamaya biter ayak... 



ÜMİT KIVANÇ’TAN 16 TON VE ŞİMDİ…


İnsan kolay unutur. 60 yıllık ortalama ömürde bir nesil kaderini yazar, arkasından gelen nesle yaşadıklarını doğru aktarmaya çalışır. Fakat ikinci nesil de kendi kaderini yazmakla meşguldur bir taraftan, dinle(ye)mez eskisini. Üçüncü nesil daha da umursamaz birinciyi. Böylelikle kulaktan kulağa bire beş katılır, ya da birden beş eksiltilir, ama bir “bir” olarak kalamaz. Yine de bazı insanlar geçmişe, bugüne ve geleceğe kafa yorar dururlar. Araştırırlar, doğru bilgiyi geçmişten olabildiğince süzmeye çalışırlar. “Anı yaşama” anlayışları toplumun çoğunluğundan farklıdır bu yönden…

Ümit Kıvanç’ın da o farklı anlayışa sahip olduğunu hissettim, “16 Ton” belgeselini izleyince.



Filmi en iyi filmin kendisi ve (kendi tabiriyle) tasarımcısı ve hamalı Ümit Kıvanç anlatabilir tabi ki. Ben sadece birkaç bilgicik vererek, 22 yaşında bir üniversite öğrencisinin gözünden aktarmayı (10 sene sonra kendi tarihime ışık tutabilmek için) istedim.


Şimdi, belgeselden notlar:






- Dünya tarihinin okulda öğretilmeyen çağları (keşifler çağı, buhar çağı, bronz çağı, ateşin bulunuşu, halkla ilişkiler çağı, yüzde çağı, elmas çağı, avcılık-toplayıcılık çağı, radyo çağı, özgürlük çağı) anlatılıyor.

- “Serbest piyasa ve vicdan üzerine deneysel bir belgesel film” diye tanıtıyor Kıvanç 16 Ton’u. Özellikle madencilik üzerinden dünya tarihi anlatımı da denebilir.



- 16 Ton: Madencilerin çektiği sıkıntılar hakkında yazılan, çeşitli dönemlerde farklı kişiler tarafından seslendirilen eğlenceli (!) bir şarkı. Şarkıda geçen bir cümle: “Bana hiç gelme Azrail, ruhumu sana veremem, çünkü Şirket’te rehin”.







- Film “fotoğrafların, belgelerin, videoların görsel sunumu + seslendirme” den oluşuyor. Ümit Kıvanç’ın tabiriyle “masa başı” bir belgesel film.


- Film izleyince bitivermiyor. Kullanılan kaynaklar, ek bilgiler ve filmin tam metni riyatabirleri.net’te yer alıyor. (Film metninin kitap olarak basılmasını da dilerdim…)


- “Riya Tabirleri sitesi, yeryüzünde adalet diye bir derdi olanlar için kuruldu. Olmayanın başına da bu derdi sarmak için. İnsanlığın dörtte birinin gözden çıkarıldığı, öbür dörtte birinin ağır, pis ya da sıkıcı işleri yaptırmak üzere kenarda bulundurulduğu, yüzde beşin, aklına esen her şeyi alsa, yese içse tüketemeyeceği servetini daha da çoğaltmak için türlü dalavera çevirdiği, çoğunluğun, başkaldırmak yerine zalimin zorbanın artığından pay almaya çabaladığı, feci bir dünyada yaşıyoruz. Bazımız farkında bile değil; onun gezip dolaştığı yerlerden "ötekiler" görünmüyor. Çoğumuz farkındayız; "ben"liğimize öylesine sarılmışız ki, başkalarına sarılmaya elimiz kolumuz halimiz kalmamış. Bugünün hayatı, riya üzerine kurulu. Tabirlerini burada bulacaksınız.” Bu cümleler filmin izlenebileceği riyatabirleri.net sitesinin giriş cümleleri.


Filmi izlerken kendim ve yaşıtlarım hakkında sözler söylemek istedim hep. Küfürler de dahildi bunlara. “Yeni nesil de böyle işte” deyip geçmek istemiyorum, ancak gerçek şu ki, iPhone almanın başkalarının hayatlarında nelere mal olduğunu bilmek istemiyoruz işte. 

Teknolojinin son gelişmelerini takip etmek çok gerekliymiş gibi geliyor, savunuyoruz bunu deliler gibi.

“Normal” karşılıyoruz para karşılığı işkenceleri. 
Yönetmenin normalleştirmeyi iğneleyen tavrı olmasaydı, belgeselde anlatılan tüm gariplikleri de normal karşılayabilirdik. 
Yani aklımdan geçirmek üzere olduğum “ama…”lı cümlelerin cevabını daha sormadan vermesiydi filmi tüm karamsarlığa rağmen (!) izlenebilir yapan. 

Güzel bir yöntem kullanmış Kıvanç, üç maymunu uyandırmak için.


Ümit Kıvanç’ın Ahmet Kaya hakkında hazırladığı “Uçurtmam Tellere Takıldı” belgeselini izlemiştim ilk kez. Sonra vimeo’daki videolarını takip etmeye başladım. Bu ikincisi oldu benim için.



Riyatabirleri.net sitesine sürekli bilgiler gireceğini sitedeki “Bugünün hayatı, riya üzerine kurulu. Tabirlerini burada bulacaksınız. Siftahı, içerik bakımından da, teknik olarak da biraz tuhaf bir filmle yapalım.” diyerek 16 Ton’a işaret ettiği sözlerinden anlıyoruz.

Takip etmek dileğiyle…




22 Mayıs 2011

DOCUMENTARIST SAYESİNDE FARKLI GEÇEN 1 YILIM...

2010 yılının Haziran ayında belgeselleri keşfetmişim. İstanbul'da  bir belgesel festivali yapıldığını, sırf belgesel çekmekle uğraşan insanlar olduğunu fark etmişim. 21 yaşımda. (Çok geç değil belki ama erken de değil. İstanbul'da olmasaydım muhtemelen çok daha geç öğrenecektim.)

Bir sene geçti üstünden. bu arada o festivali düzenleyenlerle tanıştım, minnetlerimi sundum, onların verdiği cesaretle sevdiğim bir filmin yönetmeniyle  röportaj yaptım, başka belgeselci grupların da varlığından haberdar oldum, 1001 Belgesel Film Festivali'ni takip ettim, sonra Hangi İnsan Hakları? belgesel günlerinde gönüllü çalıştım, Mithat Alam Film Merkezi'nde Sinema Atölyeleri'ne katıldım...

Ve şimdi sinema/belgesel dünyasının penceresinden bakma cesareti göstermemi sağlayan Documentarist'in gönüllüsüyüm yine.

31 Mayıs-5 Haziran arasında Documentarist İstanbul Belgesel Günleri var yine.

Belgeselleri "başka dünyaları görme fırsatı sundukları için" seviyorum. Bir mühendis için de başka dünyaların var olabileceğini gösterdi bana Documentarist. Kendileri ne kadar farkındalar yaptıkları iyiliklerin, bilmiyorum. Önemli değil. Belki bir gün ben de belgesel çekerim, en azından bu hayali kurmamı sağladılar, daha ne olsun!

18 Mayıs 2011

İSYAN

yok yok sevgili ülkem,
okul bana göre deil, kimse okula gitmesin derim ben. siz de evet derseniz tüm okulları kapatıyoruz!
we dont need no education, demiş büyüklerimiz.

zerre kadar ilgi duymuyorum ki ben gıdaları koruma yöntemlerine. bi gün mecbur kalınca öğrenirim bi şekilde, internet var, kitaplar var...

ne gerek var ki şimdi!
burda çok değerli bir beyin eskiyor sevgili ülkem, yetiş!...

bandista der ki : özgürlük içinde özgürlük kafanda özgürlük sen nerdeysen orada... yersen... diyor
yiyesim geliyor.
ama yok rahat bırak beni var olan ülke bi defol git yahu!
yahu ben mi geldim sana, sen geldin alıkoydun beni! zerre kadar ilgimi çekmiyordun halbuki!bi çek git yahu...
pesküvitini de ananı da al git yahu...

markalarını reklamlarını da al git..
gerçeklerini memurlarını bürokrasini seçimini 12 haziranını tayyibini...
internetini sansürünü askerliğini terörünü pkk nı kürdünü türkünü savaşını ayrımcılığını asimilasyonunu...
gavurunu kafirini müminini zulmünü gazetelerini dergilerini
yandaş medyanı muhalif medyanı al git
ünlülerini ünsüzlerini al git
mezarlarını doğum hanelerini
kürtajlarını tanrılarını dinlerini tüm kutsallarını kitaplarını peygamberlerini
hocalarını papazlarını
profesörlerini
çok bilen herkesi sanatçılarını
meleklerini şeytanlarını cinlerini insanlarını hayvanlarını
tüm verdiklerini tüm başıma kaktıklarını güzel doğayı çirkin teknolojiyi düşünme gücünü
iman gücünü
hepsini al da git..
kime diyorduk?
kime hitaben diyorduk?
emir kipi kimeydi?
unuttum.

delireydim iyiydi..

16 Mayıs 2011

SANSÜRE KARŞI...

Dün Taksim'de  "sansüre sansür" eylemine gittim, taze gözlemlere buyrun:

- Amaç neydi, neden böyle bi eylem yapıldı? Buyrun açıklaması...

Notlar:
- Sendikaların ya da siyasi örgütlenmelerin değil, tamamen internetin organize ettiği bir eylem.
- Benim görebildiğim siyasi partilerden sadece CHP gençlik .. vardı bir de -emin değilim ama- TKP vardı.
- Pek çok ünlünün eylemi desteklediği takipçileri tarafından biliniyordu. Ece Temelkuran, Yekta Kopan, Okan Bayülgen, Onur Caymaz, Levent Üzümcü, eksi/uludağ/inci sözlük ve karikatür dergilerinin (uykusuz, penguen)  desteğini biliyordum internetten. Ayrıca E.S.E.K. tiyatro ekibi (hani şu Gökhan Semiz'in kurduğu tiyatro), Ahmet Ümit, Can Ataklı'yı da gördüm alanda.
- sol dergisi, kaldıraç dergisi, başka hangi grup olduğunu bilmediğim sosyalist topluluklar, sivil gençler topluluğu da vardı.
- Onur Caymaz diyor ki: "Eşcinsellerin bayrağını birlikte yükselttiğimiz türbanlı arkadaş, iyi ki oradaydın! Çünkü ne internetimize, ne giysimize, ne de insanların bedenlerine kimse müdahale edemez! Hele devlet, asla!!!" ne güzel bi hareket, ne güzel bi yorum!
- Farkı: Tamamen internet örgütlenmesiydi ve İstiklal Caddesi'nin tamamı doldu. Eylemciler sadece "muhalif" görünümlü kişiler değildi, oraya gitmeyi "görev" bilip gelen partililer değildi yani, herkes kendi bilinciyle gelmişti.

En güzel pankartlar/sloganlar (tarihe geçsin bunlar=): 
- Free banned links now!
- BiTiK İnternet
- İnternete sehven giriyoruz
- Sansür sizi körlüğe hazırlar
- Devlet kıyafetime dilime linkime karışamaz
- Özgürlüğümüze tıklamayın
- Hüseyin üzmez de Haydar üzer mi?
- Yes we ban!
- Haydar bizi tahrik etmiyor!
- Biz filtreyi kahvede severiz!
- We don't need no protection! (ki bunun education'lısına da sonuna kadar katılıyorum...)
- Let me surf
- Bir iki üç TİB
- Çocukları filtre değil aileleri korur (buna tam olarak katılmıyorum, ailelerin de zararı çok çocuklara. Ama bu konuda devletin burnuna hiç gerek yok)
- Genç siviller rahatsız
- Sansürün üzerine yürümeye geldik
- Aşk örgütlenmektir!
- S*ns*re karşı çeviriyoruz! (divx planet)
- Sansür yok? Şifre yok? yalandan bıktık
- Evrim gerçek ama üç maymundan gelmedik
- tamam tamam bizi leylekler getirdi
- kim lan bu haydar!
- 22 ağustos internet darbesine boyun eğme
- makas akp nin elinde
- pornoma dokunma



Beni rahatsız eden şey neydi?
Gelen insanlar tek tip değildi evet, ama ortak fikrin getirdiği tek tiplilik mevcuttu hallerinde. "AKP karşıtlığı" ve "sürüye uymuyoruz, biz aydınız" bakışları... Kendim de öyle hissettiğim halde neden bu durumdan rahatsız oluyorum?
1. Kendini beğenmişlik, kendinden olmayanı küçümseme havası seziliyor. Bu havanın olduğu her yerde -benim görüşüm savunulsa bile- rahatsız oluyorum sanırım.
2. Herkesin belli bir maddi gelirin üstünde olduğu elindeki telefondan, kıyafetlerinden belliydi. Ayrıca herkesin mutlaka üniversite yüzü görmüş olduğu konuşmalarından hatta bakışlarından bile belliydi. Bu durumda toplumun çoğunun her konuda olduğu gibi bu konuda da sessiz kalmasını garipsemek yanlış değil mi? Farklı siyasi düşünceler birleşmiş sayılır, evet, ancak farklı sınıfların da bir araya geldiğini görmek isterdim.
Yanlış bi beklentiydi tabi bu. İnternet hala lüks pek çok evde. Hala TV'den izliyor insanlar haberleri. İnternet girmişse bile, sansürün etkilerinden haberdar olacak kıvamda yaşam biçimine sahip değil ev ahalisi.

Sonuç
Bu eylem neyi etkiler? alınacak kararları değiştirir mi? Az da olsa etkisi olur mutlaka.
Tabi medyada yer verilmesi engellenirse... Siyasiler kulaklarını tıkarsa... insanlar görmezden gelmek isterse pek bir şey olmaz...
Ama bir ihtimal var.  İnsanların uyanmasını sağlıyor artık internet. Yeni teknoloji şokunun verdiği şımarıklığı, nette boşa vakit geçirme alışkanlığını atıyoruz üstümüzden. Faydalı bilgi almak için kullanmaya çalışıyoruz interneti. Bu yüzden sansüre ihtiyaç duyuluyor ya zaten...

14 Mayıs 2011

SOSYAL AĞ AHLAKI

Twitter Facebook'u Döver
- Facebook: Lisedeki kantin ortamı, kulüplerin kendini kanıtlamaya çalıştığı, muhallebi çocuklarının mekanı. Amerikan filmlerinde lise ortamını anımsatıyor nedense. 
- Twitter: Ara sokaklarda çıkmak üzere olan, ama bi türlü çıkmayan mahalle kavgaları. Ağzına gelenin söylendiği, çirkefliğin ayyuka çıktığı, "ağzını burnunu kırarım senin" denilip asla kırılmadığı, işler azıcık ciddiye binse "anneeeaaa" diye koşarak uzaklaşılacak yer. 

İnsanlardaki "kendi gibi düşünmeyeni ezme, hakaret etme" içgüdüsü sosyal ağlar bahanesiyle su yüzüne çıktı.  Arkadaşlıklar hala hassas, hala dikkatli konuşmak gerekiyor. Ama kişisel olarak tanımadığın ünlü birine sanal alemde hakaret etmek artık çok kolay, çünkü muhtemelen seni yolda görse tanımayacak, dava açmak için uğraşmayacak... Senin gibiler çok var çünkü hayatında. O'nun fikirlerinden ya da yaptığı işlerden hoşlanmıyorsun ( insani yönlerini tanımadığın bi ünlünün başka neyinden hoşlanmayabilirsin ki...), yine de O senin için özel biri fakat sen O'nun için sıradansın. Bunun da verdiği çekememezlik ile O'nun dikkatini çekmek için hakaretin dozunu arttırıyorsun.

Facebook'ta bunu yapmak o kadar kolay değil. Çünkü kimseyi kafana göre ekleyemiyorsun, hakaret ettiğin an engellenme ihtimalin var. Gruplardan atılma, hayran sayfalarından silinme ihtimalin var. Özel mesaj göndersen, herkesin görebileceği bir ortamda "O'nun duvarında" hakaret etme zevkini alamayacaksın.

Bu durumda Twitter imdadına koşuyor.
Twitter laf sokma ağı. Kısa cümlelerle, en pratik laf sokuşu kim yaparsa o kazanıyor. Ünlüler durmadan, üşenmeden, başka işleri yokmuşçasına tivitlere cevap yetiştiriyorlar. Engellemiyorlar da. Özgürlüğü engellediklerinin düşünülmesini istemiyorlar belki, belki de reklamın iyisi kötüsü olmaz diyorlar, durmadan gündemde olmayı beceriyorlar... "Aydın" diye tanımlanan bu insanları bize yakınlaştırıyor Twitter, çünkü laf sokmanın seviyesi gittikçe düşüyor.

O kişileri gözümüzde ne kadar yücelttiğimizi görüyorum bu sayede.

Tüm ünlüler aynı değil elbette. Tüm ünlü olmayan sosyal ağ kullanıcılarının da aynı olmadığı gibi.

Ama insanların birbirine hakaret etmesinin bu kadar kolaylaşması huzursuz ediyor beni.

Ruhlarımız kirleniyor insanlar!
Gıybet günahtır diyenler size diyorum... O adam karşınıza çıksa, aynı cümleleri kurabilecek misiniz gerçekten?

Ahlak, kurallarla sansürlerle korunmaz. Hakaret sadece küfrederek edilmez. Bazı kelimeleri yasaklayarak internetteki ahlaksızlığı engellenmez.

Bu yazıyı yazmaya iten sebep: Twitter'da Ahmet Hakan'ı takip ediyordum. Adamı çok sevmesem de, o kadar hakaret dolu mesajlar alıyordu ki, huzursuz oldum, vazgeçtim takip etmekten. Hakaret eden insanların aynı partiyi savunması kafamda bir sınıf oluşturuyor ve onları etiketliyorum hiç istememe rağmen: "Hem dindar geçinip hem böyle düşük seviyeli muhabbetlere nasıl girebiliyorlar" diye. Bu önyargıyı oluşturan ben miyim, yoksa onlar mı böyle düşünmeye zorladılar beni? Hani nerde Mevlana, hani nerde Yunus Emre? Hadi onları geçtim, günümüzün popüler din üstadları (!) Fethullah Gülen, Said-i Nursi farklı şeyler mi söylüyorlar kitaplarında? Hiç okumadım, bilemiyorum, ahlak hakkında sidik yarışı mı diyorlar sahiden? 



11 Mayıs 2011

TİYATROCUYA KÜSMEK...

bu bir kendini anlama yazısıdır.  

tiyatroculara çok saygı duyardım eskiden. rollerini severdim aslında sadece. gerçek yaşamları yokmuş gibi düşünürdüm. 
 
birkaç tiyatro/sinema  söyleşisine katıldım son aylarda. oyuncuları dinledim. 
mantıklı bi sebebi yok ama, kırıldım onlara. 
rol yapmalarına kırıldım!
ben sahnedeki karakterde kendimi buluyorum, kaptırıyorum, dert ortağı görüyorum onu kendime, benim dertlerimi anlatıyor adeta... hatta o kadar etkileniyorum ki hakkında yazı yazıyorum, herkese anlatıyorum ne harika bir film/oyun olduğunu... karakterimi/derdimi/sırrımı paylaştıım için rahatlıyorum...

sonra  bi gün o oyuncunun bambaşka bir hayatının olduğunu fark ediyorum. 

o karaktere de, o oyuncuya da darılıyorum  sonra.
neden?

mantıksız olduğunun farkındayım. ama engelleyemiyorum işte. kıskançlık gibi bir duygu bu, durdurmak imkansız!

pisikopat oldum, oyundan zevk alamaz hale geldim!
misal diyelim seyirciyle içli dışlı bi oyundayım, sürekli seyirciye laf atıyor oyuncu, yanlışlık yapıyor, dili sürçüyor, düşecek gibi oluyor, telaş yapıyor... ya da neyse işte doğaçlama gibi görünen öyle şeyler yapıyor ki seyirci gülmekten kırılıyor. 

işte burda ben gülemiyorum. her oyunda aynı "doğaçlamaların" yapılması ihtimali geliyor aklıma, sinirleniyorum! sanki suçmuş gibi... 

yaşlanıyorum galiba ülkem, bu kadarcık şeye sinirlenir mi insan yahu! bu kadarcık meselede aldatılmış hisseder mi insan yahu!

kendine gel emin! hadi yat...

SARIYER TİYATROSU

İstanbul'un orta yeri sinema, demiş adına Orhan Veli denen güzel insan.
Sadece sinema değil, tiyatro, konser her şey...

İstanbul'un Sarıyer denen böreğiyle meşhur ilçesi var ya, hah işte orda küçük ufak tefek bi tiyatro salonu var.
Sarıyer Belediyesi'nin salonu, "Nejat Uygur Sahnesi".[ Ölmeden adına salon yapılan insan, Nejat Uygur. Ve izlendiği evde sadece komiklik değil, muhaliflik rüzgarları da estiren insan. Dalga geçmeleri, şimdi nerde? Hastaymış galiba, yaşlandı epey. ]

Salon 100 kişilik. Küba havası var. Neden?
Oyun ücretsiz. tuvalet, çay, su vs ücretsiz.
Telefonla yer ayırtmak gerekiyor. Salon doluyor çünkü. Sarıyer insanı tiyatroya açmış, susamış her neyse işte ondan...

Tiyatroyu küçük salonda izlemek daha mı güzel oluyor ne? Belki oyununa göre değişir. Ama ben o fısıldaşarak gülmeleri, o cep telefonlarının çalmasından doğan panikleri, o gizlice telefonda konuşmaları, sahneye seslenmeleri daha bi sevdim.

Mahalle insanıyla aynı yere bakmayı sevdim. Devlet tiyatrosunda ya da İstanbul için en az bir vasıtayla gidilebilecek tiyatrolarda izleyici tipi çok çeşitli olmuyor sanki. Bakkalın karısı gelse mesela o salona, ya da kadın anam karakterinde bi teyze gelse, garip olacak. Gelmez zaten o kadar uzak ki!

Tiyatro daha küçük salonlarda da olsa daha fazla yere ulaşmalı. Şehrin Beyoğlu gibi güzel bir sinema/tiyatro/sanat merkezi olsa bile, aynı zamanda bütün şehre de yayılmalı.

Sevdim bu küçük sahneyi. Başkan yardımcısı sezon sonunda söz verdi, seneye daha büyük bir salon açacaklarmış bakalım...  

Belediye oyuncularının 2 oyununa gittim. Nazım Hikmet'in "İnek" ve Haldun Taner'in "Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" oyunlarına. Çok güzeldi ikisi de. Konu itibarıyle bi muhalefet akıyor oyunlardan, isimlerinden vs. Bunu CHP li bir belediye olmasına bağlayabiliriz. Ancak olması gerekenin de bu olduğunu düşünüyorum. Tiyatro, muhalif olmaz mı...

Sezon bitti, TiyatrODA etkinliği başladı. Başka tiyatro grupları geldi 1 hafta boyunca. gündüz atölyeler akşam oyunlar. Yine ücretsiz her şey. Yine 2 oyuna gidebildim. Yine öncekileri kaçırdığıma üzüldüm.

Tiyatro, farklı insanları bir araya getirdiği zaman, daha güzel.

5 Mayıs 2011

SIRADAKİ KONUMUZ: 1 MAYIS

1 Mayıs 2011 de geldi geçti sevgili blog. Geçen sene bilgi derlemişim 1 Mayıs tarihi hakkında, kendime bir rapor sunmuşum (bayılıyorum kendimi yazarak ikna etme huyuma). Artık bilgisayarda eskimesin, internete de sunayım bu çok değerli wikipedia vs derleme dosyasınıı:


1 mayıs nedir?

İlk kez 1852’de Avustralya’da yürümüş işçiler, 12 saatlik çalışma süresini 8 saate düşürmek için.

Sonra 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları aynı sebeple 500 bin kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenlemiş. (Demek ki sendikalaşma tarihi de 1800lere dayanıyor! Çalışman gerek..) Siyah-beyaz ayrımının dorukta olduğu zamanlarmış ama yürüyüşe karışık katılmışlar, dolayısıyla başka yönden de önemli bir günmüş o gün. İnsanlar ekmek derdindeyken saçma sapan önyargıları bırakabiliyorlar demek ki… (Belki de bu işçi sınıfı zaten ayrım yapmıyordu… Nedense ayrımı yapanların hep zengin beyazlar olduğunu düşünmüşümdür. Fakirlerden de zengin yalakası olanlar desteklerdi gibi geliyor. O zamanı inceleyen sosyologlardan dinlemek lazım. Çalışman gerek…)

Burada eylem sadece yürüyüşle kalmamış, iş bırakmış işçiler. 4 mayıs2a kadar devam etmiş gösteriler ve 4 mayıs’ta kanlı “Haymarket Olayı”na sebep olmuş.

Nedir bu olay? Mac Cormick fabrikası greve katılan işçileri işten atar. Ve 3 mayıs’ta tam göstericiler dağılmak üzereyken fabrika düdüğünü çalarak grev kırıcıları dışarı çıkartır. Grev kırıcı ne demektir? Grevi desteklemeyen işçi demektir. Miting alanında, fabrikayı protesto eden yüzbinlerce işçi varken fabrikanın düdüğünü çalıp, grevi desteklemeyen işçileri dışarı çıkarması fabrika yöneticilerinin aptallığı ya da çakallığındandır: çünkü orada bir “güruh” var, enerjisi var insanların, sinirlerini boşaltmak istiyorlar… tabi bu durum grev yapmayan işçilere “fiziksel” saldırıda bulunmalarını haklı çıkarmaz. Tabi önce kimin saldırdığını asla öğrenemeyeceğim. Herkes kendi yönünden anlatır her olayda kulaktan kulağa öylece yayılır.

Grev kırıcıların üstüne yürüyen protestoculara polis ateş açar ve 4 işçi ölür. 

Bu durumu protesto etmek için 4 mayısta miting düzenlenir. Miting tam dağılırken nerden geldiği bilinmeyen ve asla bilinemeyecek olan bir bomba atılır. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis ölür. Yüzlerce işçi tutuklanır, sekizi yargılanır, idam edilir.

Bu Haymarket Olayı’nın üzerine, 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal ‘de(nedir tam olarak? Bilmiyorsun…) Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle (kimdir o? Adı geçmiyor, önemsiz mi?)1 Mayıs tüm dünyada Birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanılmasına karar verildi.

Amerika’da grev kırıcılar neden devam ettiler çalışmaya? İşlerini kaybetmek istemediler. İçlerinde bir isyan vardı belki çalışma saatlerine karşı, ama maddi sıkıntıları o kadar çoktu ki, iş kaybetme riskini göze alamadılar. Kimisi de zaten işe yaramayacağını düşünüyordu bu ayaklanmanın, patronun olmaz dediği her şeye olmaz gözüyle bakan bir yalakalardandı belki onlar. Bir kısmı da çalışmak sebebiyle o kadar makineleşmişti ki umurunda değildi dünya, sarhoştu belki her daim. Ayaklanmak yaşam enerjisi gerektirirdi çünkü.

Grev yapanlar neden üstlerine yürüdü peki grev kırıcılarının? Bıraksalardı, acıyarak baksalardı yüzlerine, doğru yolu bulun gelin siz de bize destek olun, bakın hep birlikte karşı çıkarsak ancak kazanırız dercesine baksalardı… Ama öyle bir durumda sadece bakamaz insan, mutlaka n azından bağırır, yuhlar, hakaret eder.. Ne yazık ki gerçek bu. Gerçek bu olmasaydı, sessiz kalabilseydi belki polis hiç ateş açmayacaktı. Ama insanın içinde korkunç bir şüphe, asla gerçeği öğrenemeyeceğiz; polis ya da patron yandaşı birileri tahrik ederek grevcileri kavgayı başlatmış olabilir… Bu masum grevci işçileri aklamak için bir çaba da olabilir, paranoyak bir bakış da olabilir, gerçek de…

Sonuç olarak 1 mayıs dünyada 1889 yılında kutlanmaya başlanmış. Türkiye’de durum neymiş?

En çok şaşırdığım bilgi: 1911’de Selanik’te tütün, pamuk ve liman işçileri gösteri düzenleyerek kutlamışlar. 1911’de! O tarihte Trablusgarp Savaşı vardı, başka neler oluyordu Osmanlı topraklarında kim bilir. Sanki koskoca İmparatorluğun her metrekaresinde bu savaşla ilgili olaylar yaşanırmış gibi gelirdi eskiden… Hâlbuki Balkanlardaki bir olayla Mısır’daki bir olayın çok da bağlantısı yoktur, insanların günlük yaşamını etkileyecek kadar yoktur en azından.

Sonra 1923 yılında yasal olarak İşçi Bayramı ilan edilmiş. 1924’te kitlesel kutlamalar yasaklanmış. (Neden? ‘23te olaylar mı çıkmıştı? Öğrenmen lazım…)  1925’te yasa ile bu bayramın kutlanması yasaklanmış…

1935’te Bahar ve Çiçek Bayramı denilerek kutlanmış, tatil ilan edilmiş. 50lerden sonra işçi hareketinin hızlanması ile daha çok gündemde yer almış.

1976’da Taksim’de ilk kez geniş katlım ile kutlanmış.

1977’de Taksim’de meşhur olaylar çıkmış. 500bin kişi katılmış. Göstericilerin üzerine ateş açılmış (kimin yaptığı hala bilinmiyor) , 34 kişi vurularak ya da izdihamda ezilerek ölmüş. Bu tarih “Kanlı 1 Mayıs” denilen tarih…
1978’de yine Taksim’de kutlanmış. 1979’da sıkıyönetim izin vermemiş. 1981’de darbe yönetimi 1 mayısı resmi tatil olmaktan çıkarmış.

1996 ayrı bir kanlı 1 mayıs olmuş. Bu kez Kadıköy’de.

2008’de Emek ve Dayanışma günü oluşu kabul edildi tekrar AKP hükümeti tarafından. Arada geçen yıllarda hep Taksim’de kutlamak isteyenler biber gazı ile cezalandırıldılar. Provokatör sözcüğü dillerde…

2009’da tekrar resmi bayram olarak kabul edildi ancak Taksim’de kutlamaya izin verilmedi.
2010’da izin verildi. Neler olacak göreceğiz.
----------

Evvet efendim. 2010'da kutlandı, 2011'de de kutlandı ve hiçbir olay olmadı. Sendikalar, dernekler, "neden?" diye sorduğu için örgütlenen tüm topluluklar bir araya geldi. 2011'de farklı olarak, 12 Haziran öncesi olduğu için tüm partiler İşçi Bayramı kutlamaları yalakalıklarına girişti. Susmadılar bütün gün. Tiksindirdiler iyice kendilerinden. 

Oyuncular Sendikası kuruldu bu sene. "Yerli dizi yersiz uzun" diye eylem de başlatmışlardı. 

2010'dan 2011'e bir cahilin gözünden 1 mayıs böyle idi işte.