29 Aralık 2011

KABUSLAR

Dün gece bi kabus gördüm güzel ülkem.
Varolan ülkemdeymişim. yanımda sevdiğim bi güzel insan var. istiklalde bi yerde oturmusuz. caddeye çıkıyoruz. bi bakıyoruz ki eylem var. normaldir. istiklalde eylem olması hem normal hem de güzeldir. mutlu oluyoruz. insanların ses çıkarabildiğinin göstergesidir bu.
"du bakalım dertleri neymiş" diye kenarda durup bekliyoruz, sloganlarını anlamaya, pankartlarını okumaya çalışıyoruz.
genç yaşlı çok insan var. internet eylemi vardı ya onun gibi bi kalabalık. liseli gençler var. kızlı oğlanlı bi grup liseli yanımızda gülüşüyor, bağırıyor. çok küfrediyorlar, rahatsız oluyoruz. ama yine de seviyoruz gençleri. sessiz kalmadıkları için. zamanla küfretmeden bağırmasını da öğrenirler nasılsa, diye.

hiçbir slogan kalmamış aklımda. özgürlüklerin kısıtlanmasına isyanları, bi ondan eminim. temiz yüzlü insanlar. hiçbirinde "terörist" tipi yok (terörist görmüşüm gibi sanki, nerden biliyorsam terörist tipli insanı...filmlerden haberlerden...) yani teröristi de geçtim, düzenli olarak eylemlere katılan "muhalif kişi" tipi bile yok insanlarda. liseli falan diyorum daha ne diyeyim. hani şifre eyleminde ya da internet sansürü eyleminde olduğu gibi aynı.... ilk kez gelmişler bi yürüyüşe büyük ihtimalle.
canları yanmış bi şekilde, yoksa sakin sakin memur hayatına devam edeceklermiş, "bana kimse dokunmazsa sesimi çıkarmam" düşüncesi birileri onlara dokunmadan önce yaşamlarının tek felsefesiymiş, yüzlerinden öyle okunuyor.

rüya bu, istediğini algılayamazsın, bulduğunu yersin. yürüyüşün amacını bilmiyorum ama uyandırdığı bu hisler, "haksızlık ve başkaldırı" duygulandırdı anında beni. onlarla birlikte yürümeye başladık.

o sırada olan oldu. ortalık bulutlandı. karardı. sis gibi, toz bulutu gibi...
istiklalin tünel tarafındaki ucu çok uzak gibiydi. insan seli oraya kadar gidiyordu.
sonra bi helikopter alçalmaya başladı o civara. ve bombalar bıraktı.

meydana yakındık biz. meydana doğru kaçmaya başladık. meydanda da polis saldırıyordu. tarlabaşına ara sokaklara doğru kaçmaya çalışırken uyandım.
son andaki hisler: devlet neden bomba atsın ki kendi vatandaşına, şaşkınlığı. dünyanın kirini, hep haberlerde okuyup sinirlendiğim şeyleri gerçekmiş gibi yaşamak..

uyanınca bikaç saat sonra haberleri okudum. ve şununla karşılaştım: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1073909&Date=29.12.2011&CategoryID=77

şimdi.
hislerimi anlatmalıydım. tek yapabildiğim blog yazmaktı. okuyanım çok olmasa da, birilerinin okuduğunu biliyordum.
ama tedirgin oldum. bu yazıdan sonra teröristleri savunduğum düşünülebilirdi mesela, herhangi bi örgüte yardım ve yataklık etmekten, örgüt yandaşlığından, örgüt zart zurtundan tutuklanabilirdim. böyle anarşist yazılar paylaşarak başıma bi şeyler gelmesine sebep olabilirdim?

insanlar sosyal ağlarda paylaştıklarına bile bu korkuyla dikkat ediyorlar artık.

ben kimim ki. adam gibi bi eyleme bile katılmamışım, şimdiye kadar iktidarla olan tek fiziksel sorunum patronlarla kavga edişim olmuş. o da sendikacılıktan falan değil, kişiliğime saygı duyulmadığını hissetmemden.. misal biri sinema kursuna gidişime karışmak istemiş...uyuz olmuşum, işten çıkmaya bakmışım.. yanımda sürekli olarak insanlara küfreden bi patronun yanında çalışmak istememişim, ayrılmışım, o da beni küfrederek kovmuş... gençlik işte. törpüleniyoruz yavaştan.

yani ben pısırık bi memurum aslında. devletin benle ne derdi olacak ki. ama ben bile korkuyorum başıma bi şey gelir mi sesli harfleri azıcık daha sesli söylersem, diye.

durum budur. dünyayı sanat insanları ve sevgi ve güzellikler kurtaracak, devletler değil. emin olduğum tek şey bu.. ütopya okumaya devam edeceğim.. (en son aldous huxley'nin ada'sını okudum, ah dedim o ada'da ben de olsaydım).

samimiyetle gözlerinden öperim varolmayanülkem. yaşayan ölüler tarafından öpülene kadar buralardayım. söz.






22 Aralık 2011

SESSİZLİK

insan mutluyken yazmazmış ülkem. eksik bu, sadece mutluyken değil, kafası karışıkken de yazmaz.
bana mutluydun diye çemkirip günahımı alma.
halil sezai'nin dediği gibi şaşıyorum mutlu insanlara, sevmiyorum onları.

---
hormonların doğurduğu hislere isimler veriyoruz. sonra o isimleri tanımlamaya çalışıyoruz. hepsi bu.
aşk nedir?
arzu nedir?
heves nedir?
adalet nedir?
ihanet nedir?
sevgi nedir?
....
bunların doğru cevaplarını bulup ona göre kendimizi bi sınıfa dahil ediyoruz. sonra rahatlamaya ya da vicdan azabı çekmeye ya da sonuç her neyse, o tanıma göre ne gerekiyorsa onu hissetmeye çalışıyoruz.

ama doğru bi cevap yok.
aşk nedir misal? aşkın ne kadarı hormonaldir?

cevap veremeyince insan kendine, konuşmak istemiyor.
susmak, dinlemek lazım demek.

27 Ekim 2011

GÜNLERDEN BİR GÜN

Etrafımda bi şeyler yıkılıp yok oluyor. Gariplikler peşimde her insanda olduğu gibi.

Misal: bi binanın en alt katındayım ve üst katlardan taşlar düşüyor kocaman kocaman. toz içinde kaldı binanın önü. alttan geçiyor olsam o anda muhtemelen ağır yaralı olacaktım ya da ölecektim (hay allah!). Neydi o turuncu saçlı karakterin adı, pınar mı? hatırlamıyorum. onun gibi olacaktım, hayatım kararacaktı vs... (kendi yarattığım karakteri unuttum iyi mi.. yaratıcı da bizi böyle unutuyor heralde.)

kendisine sövüp sayıp günaha giresim var. misal: sikişip sikişip çocuk yapan sorumsuz anne babalara benziyor kendisi (burda "kendisi" yaratıcıya tekabül ediyor). sokağa salıyor sonra çocuklarını, zorla çalıştırıyor sigortasız, can güvenliği olmadan. hırsızlık yaptırıyor...etini sattırıyor..

bizi sevdiğinden yapıyor gerçi. ne olduğunu bi türlü anlayamadığımız bi mesajı var. o kutsal mesajı ancak öbür tarafta öğrenebileceğiz. fekat gel gör ki böyle gizli mesajları hiç sevmem. açık olmak varken, ne bu gizem yaratma çabaları...

neyse, aramızdaki kavgayı bu kadar anlatmamalıydım heralde galiba.

---
şu yazdıklarıma bakıyorum da: sürekli öfke nefret sinir halleri... ergenliği mi atlatamadım nedir.. heralde öyle galiba sanırsam. rap dinleyip saçımı düzleştirsem siyahi makyaj yapsam tam olacak.
---

ben bi zamanlar karakterler yaratırdım. ben bi zamanlar yazardım, çizerdim. böyle karalamalar değil, güzellikler yaratırdım. okuyunca okumak isterdi insan, ölmek değil. varolmayanülkemde huzur bulurdum. varolanülkemi düşünüp anlatıp hüzünlenmezdim. ne oldu o vatandaşa?



20 Ekim 2011

HADİ ŞİMDİ NEFRET EDELİM HEP BERABER!

İşte yine başladık sevgili varolmayanülkem. Sıçmak istiyorum şu varolanülkemin ortasına ve siktir olup gitmek istiyorum.

Daha 2 gün önce siktir çekilerek kovuldum beni çok seven patronumun çöplüğünden. Öncesinde ben istifa etmiştim ama olsun patron dediğin kovar, adam görevini çok iyi yaptı, hatta küfredecek kadar iyi yaptı.

Hani bu iş benim bikaç ay oyalanma, kendimi deneme oyunumdu, hatırlar mısın? Hatırla. Heh şimdi. Ben bu oyuna zor da olsa ayak uydurabileceğime inanıyorum artık. Yeni iş aramaya devam edeceğim yakın gelecekte. Ama şimdi değil. Şimdi biraz kendimi dinlemem lazım.

Ama o kötü alışkanlığıma geri döndüm şu işsizliğimin ikinci gününde! Facebook'a girip sinirlenmeye.
24 müdür 26 mıdır kaçsa artık o kadar şehit vermişiz bir günde. Facebookta herkes yasta, sokaklara dökülmüş insanlar, kahrolsun pkk, vatan sağolsun bağrışlarıyla. Bu kadar basit ya taraf tutmak, ben ona yanıyorum. Birilerini suçlayıvermek bu kadar basit ya. Sokakta yürüyenlere "hayır, ben öyle düşünmüyorum" dediğin an linç edileceğini bilmenin verdiği korkuyla yaşadığın bir ülke.... ne kadar özgür olabilirsin ki düşünsene!
Sanki bu askerler ilk kez ölüyormuş gibi, sanki bu savaşın sebebi kürtlermiş gibi... sanki askerlikte ölmek gerçekten kutsalmış gibi. sanki türk devletinin yaptığı her şey sorgulanamaz doğruları içeriyormuş gibi.. sanki pkk dakiler de yaptıklarının kutsal olduğuna inanmıyormuş gibi... sanki pkk dan bilmem kaç kişi ölmüyormuş gibi... sanki bu ölenler hep piyon değilmiş gibi,... sanki ölünce herkes yok olmuyormuş gibi.... geri dönüşü varmış gibi... bu ölümler hiç olmamış gibi 2 gün sonra hayata kaldığımız yerden devam etmeyecekmişiz gibi...

sanki terörü lanetleyince şehit tarafında olmanın verdiği sorumluluğu yerine getirmiş olmanın verdiği rahatlamayla günlük çıkarcı hayatımıza koşa koşa dönmeyecekmişiz gibi...
tribünlere oynar gibi...
ne gerek var?
ne gerek var?
facebookta profilimizi karartarak pkk ya tepkimizi gösterelim hadi!
sokaklara dökülüp bdp binalarını yıkalım hadi!
hatta kökünü kurutalım bu kart kurt diye karda yürürken doğan nankör toplumun.
hadi bizden sonraki nesle daha temiz bi ırk bırakmış oluruz.
neden ? çünkü bir günde 26 asker öldü ve bu kadar çok olunca, birden hatırladık biz ülkede bi sorun olduğunu.
İki gün sonra unutacağız evet-ailemizden biri ölmezse bu savaşta- ama olsun iki gün bi sinirlenelim, hem iyi olur stres atıyoruz işte.



9 Ekim 2011

BOŞ KALMA KORKUSU

yeni oyuncağımı buldum sanırım. Aslında eski bi dost: karakalem.
bir ay daha zamanımı ve karakterimi satmanın sonucunda aldığım maaşla kendimi ödüllendirdim: tuval+kağıt+kalem+silgi
Güzellikleri çizeceğim. aklımdakileri kağıda yansıtabilirsem, mutlu olurum. yansıtamazsam da yansıtmaya çalışırken harcadığım zamanı güzelleştirmiş olurum. 

ama mesele o değil sevgili ülkem. mesele hayatın bu kadar karmaşık bir koşturmaca halinde geçiyor olması. bu keşmekeşin gereksiz olduğunu düşünmeme rağmen kaçamamam... kaçmak için kendime resim gibi oyuncaklar aramam... ki bu dertten yalnız ben muzdarip değilim, tüm insanlık bir "hobi" peşinde, "kafamızı dinlendirmek için"  bi eylemde bulunmak zorundayız. 

çok garip değil mi? oyalanmak için. zaman geçsin, ben kendimle başbaşa kalmayayım, neden yaşadığımı sorgulamayayım, düşüncelerimden korkmadan dinlenebileyim, bu sırada zaman geçsin. aslında uzun uzun boş vaktimiz olmasını istemiyoruz. aslında uzuuuun uzun tatilimiz olsa ne yapacağımızı şaşırırız. boş durmaktan korkuyoruz. 

hiç olmazsa bir hobi arıyoruz bu yüzden.
bu yüzden iş başvurularında hobilerimizi soruyorlar. "işi olmadığında oturup kara kara düşünüyor mu yoksa delirmesini engelleyecek aktiviteler uydurabiliyor mu kendine?" diye.

garip değil mi?

1 Ekim 2011

KRONİK MUTSUZLUK

mutsuzum. öyle böyle değil. yıllarımı verdiğim bi mutsuzluk bu. kronik.
şaşıyorum insanlara, mutlu oldukları zaman.
yalnızım. çok fena çok çok fena. herkesin yanında her şeyi yaparken ve yıllardır.
yeni değil bu inanabiliyor musun, insan ömrü boyunca hep yalnız ve mutsuz hisseder mi kendini?
sevgili psikologun dediği gibi serotonin hormonumda bi sorun var belki.

ne yapmalıyım şimdi mesela?
zamanın bi an önce geçmesini istiyorum.
yapacak hiçbi şeyim yok
kimseyi görmek istemiyorum
ve uyuyamıyorum da
ve ağlamak geliyor sürekli

nasıl yaşanır bu şekilde?
insan kendine nasıl tahammül eder?

sevişmek de geçti artık, acı veriyor daha çok. aşık mı oldum, yoksa cidden özümde tek eşlilik mi var bilmem. ama sevişip ayrılmak acı vermeye başladı.

yeni bi oyuncak bulabilir miyim dersin?

29 Eylül 2011

PASİF DİRENİŞ diye bi şey varmış

Pasif direniş modunda hayat devam ediyor. Çaktırmadan hayata laf sokma çabaları, bu blog da, okuduğum kitaplar da, izlediğim filmler de, gitmek isteyip gidemediğim 1001 belgesel film festivali de, insanları tanıma çabası da, resim yapma aşkı da... hepsi hayatın yanlışlarına laf sokmak için. sevmediğin bi iş arkadaşınla yollarını ayırma gibi bi şansın yokken, anı güzelleştirmek yerine sürekli laf dalaşına girmek gibi... ya da kavgalı oldugun komşunun bahçesine tavuklarını salmak gibi...
anlatabildim mi? hayır. olsun.
aşık olmak falan vardı eskiden. gelecek hayalleri vardı. kitapçı açma isteği vardı. düşler ülkesi vardı, var olmayan ülkeler vardı.
yaşlanmak sadece hayal kurmayı bırakmak demek aslında. diğer tüm etkiler bunun sonucu.

bu yüzden son birkaç yıldır çooook olgun (yaşlı) hissediyorum demek kendimi.

pasif direnişte olduğumu söylüyor bi arkadaşım. doğrudur. direnişin aktifi de olur, pasifi de. ikisinin de işe yarama ihtimali vardır. azıcık da inanmak lazım.

9 Eylül 2011

BİR ÖLÜM PAKLAR BİZİ


bu kirli ve sürekli kavga etmek zorunda olduğumuz dünyada
sevdiklerimizle birbirimizi daha fazla kırmamak için
bi an önce ölmemiz gerektiğini düşünüyorum

intihar etmemek
-cennet varsa eğer-
girmemizi engelleyecek sanıyorum
dünyadaki uyuşturuculara kanıp,
gerçeğe ulaşmaktan
yaşam boyu kaçtığımız için.

8 Eylül 2011

İÇİMDEN KÜFÜRLER GEÇİYOR

Bi amaç edinmiştim yaklaşık 1 ay önce kendime. Çok bi şey beceremedim geçen zamanda. Sınırlarım aynı, hayallerim hala yok. ne bir ileri, ne de bir geriyim. olduğun yerde saymak da geri gitmek sayılır tabi yaşam için, zaman ilerliyor zira.

oyunlara ve savaşlara karşı güçsüzüm. herkese her şeye "bi siktir git başımdan" diye bağırmak..

anlamıyorum gerçekten. her insan biraz kötüdür. neden? kavga edeceksek neden yaşıyoruz? kavga etmemeyi öğrenmek mi amaç? ama kavga hiç var olmasaydı kavga etmemeyi öğrenmemize gerek de kalmayacaktı... neden böyle yarattı bizi, neden kendimi horoz dövüşünde gibi hissediyorum? yönlendiren biri var, birimiz illa ki diğerini boğazlayacak, kurtuluş yok...

öbür tarafta bi ödül almak istemiyorum ben. savaşmamak istiyorum.

siktir olup gitmek...
hiç var olmamak...

big bang mi yaratıcı mı adı her neyse benim acı çekmeme sebep olan... umarım anlamlı bi sebebi vardır bu saçmalıkların.


2 Eylül 2011

HELAL İNTERNET GELİYOR, ÇOK YAKINDA İRAN'DA...

Hala “Gençleri nasıl camilere toplayabilir, oruç tutmaya teşvik edebiliriz” derdinde olan akılsızlarla ilgili haber için buyrun


Bu oyunu sevmiyorum.


27 Ağustos 2011


EYLEMBİLİM- OĞUZ ATAY

33- devrimci ya da karşı devrimci –yani bir bakıma kendi açısında devrimci- çözümler, tutucu matematik formüllerini ezip geçmişti. Tek yol devrimdi, hayır islamdı, hayır milliyetçilikti. Kopya formüllerinde büyük bir uyum içinde sıraların üzerini süsleyen öğrenciler ülkenin kurtuluşuna çıkan yollar bakımından derin anlaşmazlıklar içindeydiler. Hepsi çok ciddi, hepsi asık suratlıydı bu yazılarda. Karşılıklı tehditler de eksik değildi.

35- kendilerine törenlerde biz konuştuktan sonra bile hiç söz verilmemişti. Çok beklemişlerdi. Onun için şimdi iyi konuşamıyorlardı .

38- hep böyle olmuştur. Tarih boyunca bunun tersi bir olay görülmemiştir. Bekleyen dervişlerin evrenidir bu. Soğuk ve acımasızların kaybettiği görülmemiştir.

39- bir eyleme doğru gidiliyordu ve en ön sıralarda oturan “bilim” , “eylem” tarafından kuşatılmıştı.

40- “genç arkadaşlarım”dedi Adnan bey – ben düpedüz “arkadaşlar” derdim. Ve kürsüye yumruğumu vururdum. (Çok şey kaçırıyordu bu genç eylemciler.) bütün gücümle Adnan beyi izlemeye çalışıyordum. Ancak şimdi durumun garipliğini sezer gibi oluyorum: sanki bu konuşma için hazırlanmıştı Adnan bey; “üzüntülü ve heyecanlı günler yaşandığını biliyorum” dedi, “insanlar matematikçi olsalar veya matematikçi olma yolunda ilerleseler bile, bugünlerde içinde bulunduğumuz olayların etkisinden kurtaramazlar kendilerini.” (Gülüşmeler oldu.) “biz de bu gidişi beğenmiyoruz genç arkadaşlarım: öğrencilerimizin kırılıp gitmesine seyirci kalmak istemiyoruz. Fakat ne yapabiliriz? Bu olayları nasıl önleyebiliriz? Sizlere nasıl yardımcı olabiliriz? (birbirine karışan tekliflerin gürültüsü.) “heyecanlarınızı anlıyorum genç arkadaşlarım! Fakat her kafadan bir ses çıkarsa biz ne yapabiliriz?” (yürüyelim sesleri. Saygı duruşu sesleri.) Adnan bey yalnız, “saygı duruşu sesleri”ni duydu, “evet, saygı duruşu, arkadaşlar” dedi; dikkatle saatini yelek cebinden çıkardı: “ölen arkadaşlarımızın hatırası için sizleri bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.” (beş dakika sesleri.)

41- işte demiştim, ülkenin tarihinde ilk defa gerçekleri bulandıranların yüzüne karşı, onların ne mal oldukları söyleniyor. Bu tarihi bir fırsattı.

46- buna çocuklar gülerdi. Server daha on beş yaşına gelmeden –çocuk olduğu için- buna gülüyordu. Ne var ki buna “büyükler” gülmüyorlardı.

49- server gözbudak’ın beklenmedik teklifi onu çileden çıkarmış olmalıydı. Fakat, hayır: Adnan targa, kendisi değildi ki; Adnan targa bir dekandı ve “statüko”nun her ne pahasına olursa olsun savunmasını yapmak durumundaydı. Bu nedenle ek ödenek alıyordu, bu yüzden ayrı bir çalışma odası, bu nedenle bir sekreteri vardı.

51- öldürülen öğrencinin hikayesi, “görgü tanıkları” tarafından bir türlü anlatılıyordu, morg raporlarına başka türlü geçiyordu. Gazeteler de haberi başka türlü yazıyorlardı.

51- bence insanlar bu yüzden anlaşamıyorlardı: herkes başka dili konuşuyordu.

56- … büyük bir saflık, dürüstlük ve anlamsızca bir iyiniyetle anlattım.

64- bu yalnızlık denilen bela olmasaydı insanların çoğu evlenmezdi.

75- (…) ama beni dinlemeye niyeti yoktu; ben onun için, “mesela siz”den ötede bir değer taşımıyordum. (…) ama aziz şair ben bildiğiniz gibi bir şey değilim ki; “mesela siz” bile değilim.

78- daha ortaokuldayken hayatıyla çatışa, hep bir kenarda asık suratla gezen Ercan ve engin ve daha birçokları böyle bir yaşantıyı daha ne kadar sürdürebilirler? Kendileri sorunlarının köklerini tam olarak kavrayamasalar da ölümün boğucu havasından nasıl kurtarabilirler varlıklarını?
Elbette ölüm, yani bizim tanımlamaya çalıştığımız intihar eylemi, kendini yetiştirenlerin eylemidir. (çok fazla içiyordum.)

79- biz solcu olarak geçinenler çok daha gençlere neler öğretebilirdik. Ah bir bilseydik! Yani biz bir şeyler bilseydik.

87- bu ülkede çok az görülen kişilik kavramının anlamını hiç düşünmüşler miydi?

90- hemen çıkıp gitmeliydim. Bir daha buralara uğramamalıydım. Ne toplantı ne ders ne çalışma. Yeni cami’nin avlusunda arzuhalcilik yapmalıydım.

13 Ağustos 2011

MALINA - INGEBORG BACHMANN

10- Malina, kimilerince çok bireysel diye nitelendirilmişti ilk çıktığında; aradan kısa bir süre geçtikten sonra bu yargının da, bireyselleşilmeden toplumsallaşılabileceğine ilişkin sapkın inancın ürünlerinden biri olduğu ortaya çıktı. (Çevirmen Ahmet Cemal)

31- Oysa Washington, Moskova ve Berlin, aslında olur olmaz yerde seslerini yükseltmek, kendilerini önemli kılmak merakında olan yerlerden başkaca bir şey değil. Benim Macar Sokağı Ülkem’de onları ciddiye alan yoktur (…)

33- şimdi ben herhangi bir nedenle, bundan iki yıl önce Macar Sokağı’na taşınmamış olsaydım, üniversite yıllarımdaki gibi Beatrix Sokağı’nda otursaydım, ya da daha sonra çok yaptığım gibi yurtdışında yaşasaydım, o zaman hayatım rasgele bir akışı izleyecekti, ve ben, dünyanın en önemli gerçeğini hiçbir zaman öğrenemeyecektim: Yani erişebileceğim her şeyin, telefonun, ahizenin ve kordonun, ekmeğin, tereyağının ve Ivan yemeye bayıldığı için pazartesi akşamına sakladığım füme ringa balıklarının, ya da benim en severek yediğim şey olan sucuğun, bunların tümünün Ivan marka olduğunu ve Ivan firmasından geldiğini. Önceleri dayanılmaz gürültü çıkaran yazı makinesiyle elektrikli süpürge de herhalde bu iyi ve güçlü firma tarafından satın alınıp uysallaştırılmış olmalı, otomobllerin kapıları artık pencerelerimin altında sert çarpışlarla kapanmıyor, ve doğa bile ansızın Ivan’ın gözetimi altına girmiş olmalı, çünkü kuşlar sabahları daha hafif sesle ötüyor ve kısa süreli, ikinci bir uykuya izin veriyor.

44- (…) onu duyduğum, onun da beni duyduğunu bildiğim sürece hayattayım.

48- Ivan gözkapaklarının dörtte üçünü indirdiğinde, bir çizgiye dönüşen gözleriyle, bu durumda bile beni yeterince görebilecek kadar koyu, sıcak bakışlı ve iri gözleriyle baktığında (…)

50- (…) yaşamak için gereksindiğim atmosferin doğmasını sağlıyoruz, işte o zaman hayat, daha az tutku oluyor.

52- Parfüm sürmüş olarak geri döner; güzel, uzun boylu, ince yapılı bir kadındır ve dolayısıyla da nişanlıdır, poliklinikte asistan olarak çalışan bir doktorla ve o uzun, güzel parmaklarıyla daktiloda en derin saygılar, arada sırada da dostça ya da içten bir selam yazar.

61- (…) çünkü bugün, Ivan’ı sevdiğimden bu yana yirmi yıl, bu ayın 31’inde ise, onu tanıdığımdan bu yana bir yıl üç ay ve otuz bir gün geçmiş oluyor (…)

69- Düşünmemi öngördükleri şeyleri de düşünebilmekten tümüyle acizim, bir tarihi, bir işi, bir randevuyu; sabahın altısında mutsuzluğumun sınırsızlığından daha açık ve seçik algıladığım bir şey yok, çünkü asla kesilmek bilmeyen bir acı, hak edilmiş, tüm benliğimi saran bir acı, tüm sinir uçlarına eşit oranda dağılmakta, her zaman. Çok yorgunum, evet, size söyleyebilirim, çok yorgunum…

83- (…) malina hala aldatmaka kendini; sanki başka hiç kimse ve hiçbir şey yokmuş, sanki yalnız o ve ben varmışız gibi. Sanki onu düşünüyormuşum – her zaman olduğu gibi.

86- (…) rica ederim hoşgörülü davranın bana, çünkü sorduklarınızın çoğunu, genelde de bana sorulanların çoğunu ben kendime henüz hiç sormadım.  Bugünün gençliği mi? Ama o zaman bugünün yaşlıları ve bugün artık genç olmayan, ama daha yaşlı da olmayan insanlar üzerine de düşünmem gerekir, (…) çocukların çevrelerindeki bunca çocuğa nasıl dayanabildiklerini de anlayabilmiş değilim.

87- (…) çevremdeki bu koşuşturmanın ortasında kendimi herhangi bir işle oyalamam kesinlikle olanaksız, eminim siz de görüyorsunuzdur dünyadaki bu delice koşuşturmayı, ve ondan kaynaklanan cehennemi gürültüyü duyuyorsunuzdur. Yapabilseydim eğer işlerle uğraşılmasını yasaklardım, ama onları yalnız kendime yasaklayabilirdim, (…)

88- aslında kötü bir alışkanlıktır okumak, öteki bütün kötü alışkanlıkların yerini tutabilecek ya da onların yerine herkesi daha bir yoğun biçimde yaşamaya itebilecek bir alışkanlıktır, delicesine bir yaşam biçimidir, insanı yiyip bitiren bir tutkudur.

91- (…) çünkü ülke demek, bende çok büyükmüş, çok genişmiş ve çok rahatsız bir şeymiş izlenimini bırakıyor, ülke diye yalnızca daha küçük birimleri adlandırıyorum. Trenin penceresinden baktığımda , burada ülke güzel, diye düşünüyorum.

101- Çok sayın başkan, mektubunuz bana, sizin ve herkesin adına yaş günüm için mutluluk dilekleri iletiyor. Bunu tuhaf karşılamamdan ötürü sizden özür dilerim. Çünkü bugün bana, annemle babamdan ötürü, iki insanın mahremiyetinin bir parçasıymış gibi geliyor. Ben bile ana rahmine düşüşümü ve doğumumu kafamda canlandırma cüretini asla göstermiş değilim.  

107- (…) ne yaşlı, ne de genç, tam unutulmak için yaratılmış bir yüzü var ..

112- bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yüksleecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek…

Bir gün gelecek, insanlar savanları ve bozkırları yeniden keşfedecekler, uçsuz bucaksıza açılıp köleliklerine bir son verecekler, hayvanlar yükseklerdeki güneşin altında insanlara, artık özgür olan insanlara yaklaşacaklar, ve dev kaplumbağalar, filler, bizonlar birlik içersinde yaşayacaklar, ormanların ve çöllerin kralları, özgürlüklerine kavuşmuş insanlarla birleşecekler, aynı kaynaktan su içecekler, arınmış havayı soluyacaklar, birbirlerini parçalamayacaklar, bu, başlangıç olacak; bütün bir yaşamın başlangıcı…

130- bir gün gelecek, binalarımız çökecek, otomobiller hurdaya dönmüş olacak, uçaklardan ve roketlerden kurtulmuş olacağız, tekerleğin ve atomun parçalanmasını bulmuş olmaktan vazgeçeceğiz, mavi tepelerden taze bir rüzgar esecek ve ciğerlerimizi alabildiğine dolduracak, ölmüş olacağız ve soluk alacağız; bu, hayatın ta kendisi olacak.

Çöllerde sular tükenecek, biz yeniden çöllere dönebileceğiz ve vahiylere kulak vereceğiz, savanlar, göller ve akarsular artıklarıyla bizi çağıracak, elmaslar, kayaların içinde kalacak ve parıltıları hepimizi aydınlatacak, balta girmemiş ormanlar, bizi düşüncelerimizin karanlık ormanından çekip alacak, düşünmeye ve acı çekmeye son vereceğiz, bu, kurtuluşun ta kendisi olacak.

157- (…) kendimde değilim, kendim burada değil, nedir bu, kendimin olmaması? Burada olmadığında, nerede oluyor bu kendim?

209- hayret ederek yaşamak (…) hayret ederek yazmak

238- (…) yalnızca matematik milyarların güzel olmasına izin verir, oysa bir milyar elmadan tat alabilmek olanaksızdır, bir ton kahve sayısız cinayetleri çağrıştırır (…)

263- yaşayacak bir niçin’i bulunan, hemen her nasıla dayanabilir.

7 Ağustos 2011

BİR GÜN HEPİMİZ NORMAL OLACAĞIZ

Kendi halimde olmak istedim hep. Normal olanlardan da, olmaktan da nefret ettim.
İmkansızmış meğer bu şekilde yaşamak ve zaten insanlar bu yüzden "normal" olmayı seçiyorlarmış, (çok bayılmasalar da), 23 sene sonra fark ettim. 
Normalleşmem gerektiğini söylüyorlar. Beni üzenler gibi olmazsam mutlu olamazmışım.
Mantıklı tabi.
Bu yüzden onlara benzemeyi seçiyorum bu kez. Aslında bu bir seçim değil, mecburum: Para kazanmam gerek.
Belki bu sırada -düşük bir ihtimal de olsa- kendimi kaybetmem. yarattığım ülkemi yaşatmaya devam ederim belki. Ama emin değilim.

Var olan ülkeye ayak uydurmaya hayatımda ilk kez, 23 yaşımda yani şu sıralar karar verdim.

Olur ya, beceremezsem, geriye iki seçenek kalıyor. İkisi de dünyalıklar için karanlık. İkisi de benim için aydınlık. Onları o zaman düşünürüz.

Şimdi normal hayatı yaşamanın altın kurallarını öğrenip uygulamam gerek. Şimdiye kadar öğrendiklerim (psikolog önerileri bunlar, hakketen bak!):

1. Kıyafetlerini toplumun garipsemeyeceklerinden seç
2. Makyaj yap
3. Saçını değiştir
4. Mutsuz eden müzikler dinleme
5. Spor yap
6. Yalnız kalma, sürekli birileriyle takıl
7. Gülümse! (ehi:)

Beni unutma var olmayan ülkem ve kendini unutturma. Seri üretim kurbanı olmama izin verme. Seni seviyorum aslında, ama biraz kendimi satmazsam yaşayamayacağım galiba. Selam ederim, gözlerinden öperim.

2 Ağustos 2011

YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK-TEZER ÖZLÜ

8- Sen tüm kentten daha yalnızdın. Okyanus gibi bir yalnızlık.

9- Kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme. 

11- Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. 

11- Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. Uykuda. Uykuyu ararken. Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan birbaşınalığın çaresizliğini. Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. soyunurken. herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişigüzel bakarken. hiçbir şey aramazken. herhangi bir kahvede oturan insanları görmezken, başka olgular düşünürken (...) severken, sevilirken, sevişirken hep yalnız değil miyiz.

11- Aynı dili konuşan iki kişi yok. 

11- Bir bedenin üzerinde dolaşan her el, kendi bedenini okşamak istercesine dolaşıyor öteki bedenin üzerinde. 

15- Duvarlar yaşamımızdaki mezarlar mı.

25- "Niçin dünyaya geldiğini bilmiyor musun? anlatmalısın, anlatmalısın, ayrıca acıkmalısın, susamalısın... sonun korkunç, sefil olmalı!" (Pavese'den)

27- Uğraştığı işle, çıktığı gezilerle, oturduğu insanlarla, gittiği kahvelerle, aradığı arkadaşlarıyla ya da herhangi bir hareketliliğiyle yaşayan bir insan değilsin. Tersine, her davranışında gene kendini yaşıyorsun, bir yolculuğa çıkmak için de bu nedenle karar veremiyorsun. Nasılsa her gittiğin yerde kendinsin. 

28- Ne güzel bir olgu, yaşam ve ölümü düşünmek yerine, daha ciddi, gerçekçi konularla uğraşan insanlar var.

36- Bütün günlerini içerek geçiren, gene de çalışabilen insanları hep kıskanırım. Belli bir sarhoşluk içinde yeryüzüne dayanmak daha kolay. 

38- "Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle" (P)

39- Hiç bir yere gitmesem de, sürekli yolculuklarda olduğumu algılamakta geç kalmadım. ama genç yaşlarda, henüz bana yaşamı yaşanır kılan bu duyguya varmadan önce, gidememek, derin, derin bir acıydı. 

41- uykusuz gece geçirenler yorgun kalkacak. uzun uyuyanlar da yorgun kalkacak. 

42- en yakın dostlarım romanların kahramanları gerisindeki yazarlar mı olmalıydı.

52- içimden çıkması gereken bir şey var.

52- hem karşı çıkıp, hem de sınırlarında yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından sıyrılamayacak. 

53- her düşünce, her konuşma kendi kendine olmak demektir. bir şeyi bir insanla bölüşmek gene kendi kendinle bölüşmek demektir. bir insanla sevişmek gene kendi kendinle sevişmek demektir. birisiyle birlikte olmak, yalnız olmak demektir.

53- sürekli gitmek istemek de bir yerde, hiçbir yerde olmak istemek değil mi.

55- "biz kendimizi kendi köyümüz dışındaki her yerde rahat sayan huzursuz insanlarız" (P)

57- sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok.

58- toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor. 

60- İnsan yalnız kendi değer yargılarını benimsiyor. 

60- "tek günah, insanın kendi yaptığını kavrayamamasıdır."

62- tanınmadığın bir kentte ne denli isterdin yitip gitmeyi ... ama öyle kolay değil. henüz rüzgarlara doydun mu. sor kendine... henüz bulutlara doydun mu. yeterince haykırabildin mi henüz.

63- bir ülkenin zaferi, diğer ülkenin yenilgisi. zaferler de, yeilgiler de insan ölüleri üzerinden geçiyor. 

63- "yalnız sağlıklı insan aklı ile yaşansaydı, değmezdi yaşamaya can sıkıcı olurdu. tam aksine, güzel olan dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması." (P)

68- gençken de hem yaşlı, hem çocuk değil miydim. 

70- çevrem her yaşta insanla sarılı. hiçbiri yalnızlığın insanı değil. güneş altında yaşayan insanlar. 

71- ölümü denemekse on sekiz yaşında intihar ettin, güzel genç bedenin ile ölmek, cesedini bulacak kişileri korkutmak, alın
bu acımasız yaşam sizin olsun, demek istedin. 

72- yaşamımda elde edebildiğim bir tek başka boyut var. kimsenin sahip olamadığı bir boyut. cesaretleri yetmediği için sahip olamadıkları bir boyut. kendi kendilerine kıyamadıkları için, yaşam boyunca sürüklenip çıkamadıkları aklın boyutları.  deliliğin derin boyutunu tanıyorum diyorum. akıl ve delilik arasındaki o ince çizgiyi. 

85- beni de bilinçlendiğim yıllardan beri izleyen karamsarlık. mutlulukların tümü, geliştirdiğim karamsarlık. yürüyebilmek için, ileri gidebilmek  için, nefret  edebilmek, öfke duyabilmek, ağaçlara bakabilmek, gökyüzünü sevebilmek için. 

85- tüm canlılık ve yaşamı kendi kendime vermek zorunda kalmıştım. diğer insanların yaşamı, canlılığı çok az bulur iç dünyamı. 

93- ne vatandaş, ne halk, ne de küçük burjuva olmadığımı biliyorum. b ufacık tanımlama bile bana direnç veriyor. 

94- insan çoğu zaman her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.

95- her zaman yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. öyleyse yaşamımızı neden yalnız yabancılar arasında geçirmiyoruz. hiçbir beklenti olmadan, hiçbir yük olmadan ya da insanın kendi kendine mutluluk dediği kısa anlardan yoksun. tüm duyguların en güzeli duygusuzluk, öyle bir duygusuzluk ki, insanın tüm dünyayı  ve tüm insanları kucaklayabileceği duygusuzluğun duygusu.

101- insanın kendi kendinin yükünü taşıması, diğerlerinin yükünü taşımasından daha rhatlatıcı. 

102- yeryüzünde makarnanın nasıl yaygınlaştığını kavradığı gibi insanın kendi yalnızlığının sorumluluğunu da, gene kendisinin taşıması gerektiğini kavramalı. 

106- "bir insan olabilmek, bu apayrı bir olgu. şans, cesaret, istek gerektiren bir olgu. özellikle dünyada  başka hiç kimse yokmuş gibi yalnız kalabilme cesaretini gerektiren. ve yapmak istediğini düşünmek yalnızca. insanlar umursamazsa korkmamak. yılla ryılı beklemek, ölmek gerek. ve sen öldükten sonra, şansın varsa, o zaman bir şey olabiliyorsun."(P)

107- gençlik ve canlılığını duyuyorum. ölmüşlüğümde. 

112- ona sarılıp güneş altında kendi kendimi tatmin ediyorum. 

116- "ölüm bir şey değil. ölüm hiçbir şey değil."(P)

119- ...bu kent de onun intiharından sorumlu. 

122- insan neden bu yaşama daha çok katlansın. neden bu dayanılmaz yalnızlığa daha çok katlansın. neden bu parlak ve zamansız ışığa daha çok katlansın. neden kendisiyle birlikte doğmuş olan intihar özlemini daha çok taşısın. 

125- gitmeliyim. ben giderken, ben ya da tren görünümlerin içinden, kentlerden, köylerden, mısır tarlalarından, dağ sıraları önünden, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı boyunca ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken, yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönde yitip giderken, her görüntüyle birlikte benden uzaklaşırken, yitip giderken, işte ancak o zaman uzaklaşıyorum yaşamın sonundan. 

9 Temmuz 2011

YENİ Bİ KÜFÜR BULDUM: 90'LARIN ÇOCUĞU


Uyarı: Bu bir kendine gelme yazısıdır. Bilgi, eğlence vs içermez. Sonra bana yok içim karardı yok bilmem ne demeyin.


"Her kes her şey le şi yor du..." Bandista söylüyor. 
şarkıların anlamını çok umursamadan dinleyen nesildenim. hani şu "90'larda çocuk olanlar"dan. özelliklerimizi sayacağım size. 


*uyuyarak yaşadık biz hep, uyumayı çok severiz.
*3-5 kitap okuyunca sevindik, bi işe yaradığımızı / yarayacağımızı düşündük. (işe yaramanın ne demek olduğunu bi türlü karar veremedik ama).
*biz pop müzik çocuklarıyız. şarkılar, hızlı ve benzer tempoda olmalıdır. yavaş şarkılarda sıkılırız bu yüzden, afallarız. 
*gazete deyince bizim aklımıza Kelebek ya da Posta gelir. Resmi çok yazısı olan kağıtlardan hoşlanırız, kitap, dergi, gazete...ne olursa olsun. Karikatürde bile yazı çoksa, okumaktan vazgeçeriz. 
*birkaç köşe yazarı biliriz. olabildiğince kısa yazanlardır bunlar. internette şöyle bi göz atıveririz yazılarına, çünkü facebook ta çok paylaşılmıştır (yoksa özellikle gidip kendi sitesine tabi ki bakmayız, her şeyimizi facebooktan öğreniriz). bu "favori" yazarlarımız ne derse doğru kabul ederiz, o yüzden gündemi takip etmemize gerek kalmaz. 
*bizden önceki nesil kafasını fazla çalıştırdığı için çok çekti, bunun farkındayız (aslında farkında değiliz de, öyle diyor kendileri). bu yüzden yaratıcı bizim nesli korumak için süper bi yöntem buldu: magazin haberleri , çizgi filmler, diziler, teknoloji ile popüler yaşamı soktu vücudumuzdaki her delikten. almamamız mümkün değildi, almamak umrumuzda da değildi. 
*yine de bizim nesilden 3-5 kişi çıkıp sonu "-izm"le biten birkaç sözcüğü aynı cümle içinde kullanabilirse ayakta alkışlarız. bu da popüler kültürümüzün bir parçası. 
*bizim için adalet denen şey çok da gerekli değil. hiç savaş, açlık vs görmedik nihayetinde (vs demeyi çok severiz, kelime dağarcığımız geniş değildir çünkü, boşluğu ancak vs ile doldurabiliriz). 
*sadece porno izleme hakkımız tehlikeye düştüğünde sokağa dökülürüz. 
*ha bir de alkolü acayip severiz. bu yüzden alkol hakkımızı da söke söke almak isteriz, sokağa dökülürüz. ama ne zaman böyle hayati bir konuda sokağa dökülmek istesek bi işimiz çıkar, gidemeyiz. 
*alkol yasağının geleceğini duyunca şeriat geliyor diye korkarız. tepkimizi atatürkün içki içmesiyle ilgili yazılar/videolar paylaşarak gösteririz. 
*biz atatürkü çok severiz. çok şık giyinirmiş ta o zamanlar bile avrupalı gibiymiş sonuçta...kolay iş değil. 
*ama alkolü sevmemizin sebebi tabi ki de atatürk değildir. kafamızı uyuşturmayı severiz. pop müziği de bu yüzden severiz, kötü / kara haberleri bu yüzden izlemeyiz. tüm gün bilgisayar başında komik köpek videoları izlemeyi bu yüzden severiz. derdimiz tabi ki mizah değildir. öyle olsaydı tiyatroya falan da giderdik değil mi?
*biz sanatı değil, eğlenceyi severiz. 
*anlık eğlenceyi severiz. 
*biz an'ı yaşarız, ama 10 sene sonrasına yatırım yaparız, ömür boyu kredisini ödeyeceğimiz evler alırız. 
*bizim kızlarımız HIMYM izler, Barney' nin bilmem kaç kızla yatmasına bayılır, ama evlendiğinde "kız" olmakla övünür. "kızlık zarı kanı" ticareti yapılır bizim nesilde.. ticaret sayemizde çok gelişmiştir. internette sevişmeyi çok severiz. biz kızlar porno izleriz, çaktırmayız, aslında çok terbiyeliyizdir, ama içimizdeki şeytan erkekmişiz gibi porno izlemeye iter bizi! 
*biz 90 erkekleri de olabildiğince fazla kızla yatmayı -her nesildeki erkek gibi- görev edinmişizdir. ve yine her nesildeki erkek gibi kızlarda bekarete çok önem veririz.sadece bizim nesil kızlarınınçok seksi giyinip "dont touch only watch" havalarında gezmesini anlayamıyoruz. 
*biz iki grup (kız-erkek) bir arada alem yapmayı çok severiz, 24 yaş sınırını protesto ederiz bu yolla. birlikte porno izleriz, alkolleniriz, kimin eli kimin cebinde oynarız... 
*sonra unuturuz yaptıklarımızı. unutma nesliyiz ya hani, unutmazsak nasıl evlenebiliriz? evlenmeden nasıl yaşarız? 
*biz tabi ki müslümanız. bir gün herkes müslüman olacak, eğer çevremizdekiler dindarsa. yok değilse, bizim için çok da fark etmez. kurbanda aslında bi sürü hayvan ölüyor falan, yazık yani...
*biz tabi ki türküz! sormaya bile gerek yok, bi gün herkes türk de olacak. 


Biz okumayı, yazmayı, dinlemeyi, düşünmeyi, sormayı sevmeyiz. Bizden öncekiler bunları yapmış da ne olmuş?
Biz yıllardır aranan o kayıp nesiliz.
Fikrimiz yok, tivitimiz var.
Başkalarının tivitlerini benimseyerek "siyasi görüş" belirtiriz. 
Haberleri bir cümlelik tivitten takip ederiz, uzun yazılar bize göre değildir. 
Biz azıcık düşünsek işin içinden çıkamayıp intihara meylederiz. 
Biz ölümden korktuğumuz için yaşamı sever gibi görünürüz, aslında sadece uyuşturulmayı severiz. 






7 Temmuz 2011

SENCE YARATICININ SENİ YARATMAKTAKİ AMACI NEYDİ?


23-25 yaş arası bilmem kaç kişiye sordum bu soruyu. Bazı cevaplar telefondan silindi ne yazık ki...Çok üzgünüm, aklımda hayal meyal cevaplar kaldı, ama yanlış olmasın diye yazmadım buraya, idare edin bunlarla. 
Parantez içindeki italik yazılar benim yorumum. 
Vee işte cevaplar:


1. Bu sorunun cevabını bulmak. (aha ben de bunun için sordum)


2. Bi amacı olduğunu düşünmüyorum. (kaçan cevap: bu kadar bohem yaşamıyordur yahu yaratıcı nihayetinde...) 


3. Tanrının oyun bahçesi burası, bizi seyretmek hoşuna gidiyor. Prensipli bir düşünce yapısına sahip olduğu için de sevap-günah kıstası var. İdealar alemindeki ruhumuz bizi O'nunla beraber izliyor. (İşte beni sinirlendiren düşünce, katılıyorum, lakin durum böyleyse, Yunan mitolojisine benzer  bi durum varsa, misal şimdi ben bunları yazarken o "nası da kafa yoruyor salak..." diye eğleniyorsa, acayip güzel sözler geliyor aklıma...)


4. Eksikliği gidermek, yani ailedeki 5. kişi ya da sınıftaki 20. kişi olmak. (peki neden 4. değil de 5.? senin varlığını çok basitleştirmiyor mu? boşlukları hiç yaratmasaydı doldurması gerekmeyecekti, neden boşlukları yarattı?)


5. Yemek yemek olabilir mesela! ama aşk da temel unsurlardan, ota, çiçeğe, denize, insana, kahveye duyulan aşkların toplamı hatta! (ne güzel konuştun, eğer öyleyse epey kanım kaynayacak kendisine...)


6. Dünya üzerinde elimden geldiğince çok çocuğun kendilerinin değiştiremediği şartlar yüzünden sefil hayatlar yaşamasını engelleyip, onları ve çevrelerini yüceltmek. 


7. Sürekli zorluklarla boğuşmak. (epey dertli insanlar:)


8. Yaratıldığını kabul etmeyen biri için soru yanlış bence, yaşama amacımı söyleyeyim ben: Uzunca bi süre hiçbir şeyle, insan ırkına faydalı olmak arasında karar vermeye çalıştım... Kısa vadede kendi rahatımı sağlamak. Üzerine kafa yormak lazım. 


9. Tu tapelle comment (o da olur tabi)


10. Ne diyon len:D (en mantıklı cevap buydu :)


11. ... firmasına hizmet için yaratıldım herhalde:) Çok yorgunum, yarın sabahın körü İstanbulda toplantım var, gerginim, biraz önce geldim eve, yarına hazırlık yapmaya çalışıyorum, düşünmeye mecalim yok, ama bi ara düşüncem bunu. (düşün düşün...)


12. Bu zaman zaman yüzeye çıkan ama net cevaplar bulamayınca tekrar derinlere ittiğim bi soru. Ama aklıma şu geliyor, bi gülümsemeyle mutlu olabilecek o çocuğu mutlu etmek için ya da birinin bana ihtiyacı olması gibi... Yani iyilik ve fayda ön planda, ama ben hala bulamadım. (bulmanı dilerim...hep beraber, bilmukabele vesaire)


13. Bunu çok sorguladım. Daha çok tanrı bizi niye yarattı ki acep, şeklinde. Çok garip cevaplar veriyorum, korkuyorum sonra. Misal, "Tanrı'nın ego sorunu" gibi... (hahahoho hihi:)


14. Yaradanın varlığını anlayabilmek için. Eğer direk cennette olsaydık, O'nun var olduğunu fark edemeyecektik. ama şu an pek çok şey var O'nun var olduğuna ve yukardan bizi izlediğine kanıt. "Tanrı gönül gözümüzü ancak bir şeylerin değişmesini arzu ettiği anda açar." (tam cevabı alamadım aslında, bizi yaratmayabilirdi, varlığını neden anlamamız gerekiyor? bir şeylerin değişmesini arzu etsin ama artık , çatlıyorum meraktan:)


15. İlahi bi erkse, varoluşunun kökeni; ancak bizim varlığımız O'nun var olduğuna delalettir. Çok paradoksal oldu. zor yerden geldi soru. (başka soru yok şimdilik, üzgünüm:)


16. Gerçekten bilmiyorum. Yaratan kim/ne ise ona sormalı. Yaşama amacım; öğrenebildiğim kadar çok şey öğrenmek, öğrendiklerimden dişe dokunur olanları öğretmek, daha adil, özgür, huzurlu ve barışçıl bi dünya için katkıda bulunmak: bu toplumsal amacım. Bireysel amacım ise, kahkaha atmak, flört etmek, aşık olmak, dostlarla güzel muhabbetler etmek, kalplerinin temizliğinden en ufak bir şüphe duymadığım ailemi kendimden ödün vermeden mutlu etmek, hiç susmayan, durmadan hikayeler, anılar anlatan yaşlı bi kadın olmak, öldükten sonra hatırlandığımda gülümsetmek istiyorum. Baki kalan gökkubbede bir hoş seda imiş ya, benim de byük hedeflerim, zafer planlarım yok. Toprak olucaz, belki kelebek olur geri döneriz, insanken kıymetini bilelim, konuşalım, düşünelim, öğrenelim di mi ama:) (di... nasıl da konuyu dağıtmışsın...siyasetçi miydin sen neydin?:)


17. Sanırım amaçsız... Çünkü düşündükçe tüm amaçlar kapsamsız kalıyor gibi... Ya da yaradılışımızı çok büyütüyorum gözümde:) (hepimiz aynı dertten mi muzdaribiz ne?)


18. Yaratıldık mı? sorusu bile yeterli cevap aslında. Soruya buradan yola çıkarak cevap verebiliriz. Hem bilime ve evrime inanan hem de İslami kültüre sahip biri için zor sorular bunlar. Ne cevap versen diğer taraf boşta kalıyor sanki biraz. Benim kişisel görüşüm yaşamak için yaratıldığımız yönünde:) Dindarlık değil de kültürle ilgili bu bocalama. Sence? (Bencesini her maddede ortaya karışık açıkladım sayılır:)

22 Haziran 2011

Acayip aşık olduğum şu  sıralarda, romantik şeyler yazamadığımı fark ettim. Yine de yalnız bırakmayacağım seni blog, amaçsız değilim, amaçlı da.. korkmadan yazacağım.

yükselen piyasalardaki iktisadi dalgalanmalar zerre kadar ilgimi çekmiyor
iş bulmalıyım yine de
neden? para lazım blog, senin gibi bedavadan yaşamıyoruz biz.
yaşamak bi ücrete tabi.
neden?
yemek yemek zorundayız
yaratıcı bizi bu şekilde yaratmış.
yemek barınmak gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışmaktan
neden yarattığını düşünme fırsatı bulamayalım istemiş.

neden?
kendini beğenmiş çünkü
hani şu ağzından cımbızla laf alınan gıcık arkadaşlar olur ya
gizemli takılmak istiyor

13 Haziran 2011

 IMMIGRANIADA 

Vatana millete hayırlı olduğunu düşündüğüm bir iş yaptım az önce. Hemen paylaşayım dedim bu güzelliği:

Gogol Bordello'nun Immmigraniada (We Comin' rougher) klibini izledim. Klibini izleyince 3 durum dikkatimi çekti
1.adam çok güzel, çinli kadın da öyle (sertliğinize kurban!), heykel gibiler sanat eseri gibi!
2.Türkiyeli kadında tam bir "aydın" tipi var
3.şarkıyı dinleyince hatta şarkının ismini duyunca insan sözlerini merak ediyor. Nette ingilizcesini buldum, ama türkçesini hiç bulamadım.

Sonuç olarak üç kuruşluk İngilizcemle çevireyim dedim. buyrun işte burada (yanlış yerleri düzeltirseniz ne de güzel olur:):


Immigrada immigraniada (uydurma sözcükler sanırsam tam karşılığını bulamadım)
Immigrada immigraniada
Immigrada immigraniada
Daha sert
Daha sert 
Her seferinde daha sert geliyoruz
-
Koridorlar gözyaşartıcı gaz dolu
kaderlerimiz her gün tıklım tıklım kalabalık
Kafkanın silinmiş bölümleri gibi
Bürokratik deliklerden fırlatılmış.

fakat beni çağırırsanız
özgürlük çanını duymak için 
çifte standartlarınızı boşvermek için
her seferinde daha da sert geliyoruz
-
bunu yapan ve hemen yorulanlara diyecek sözümüz yok
bizim immigradamız, immigriadamız
onlara göre bu yol don kişot yolu 
fakat beni çağırırsanız
özgürlük çanını duymak için 
çifte standartlarınızı boşvermek için
her seferinde daha da sert geliyoruz
-
donmuş gözler, terli sırtlar
ailem raylarda uyuyor
bavuluma doldurduğum doldurmadığım tüm hayatım..
fakat adamım, bu bedeli ödemeliyim
bu temsilciliğin bedelini ödemeliyim
bir ülkeye kabul edilmem için. 
bir kahramanın çabaları sonucu
tekrar sıfırdan başlayabilmek için. 
-
bu bizim gerçek hikayelerimizin kitabı
inkar edilemeyecek hikayeler
aslında olduğundan da gerçek
aslında olduğundan da gerçek
aslında olduğundan da gerçek
Her seferinde Daha sert geliyoruz
her seferinde daha sert
Her seferinde Daha sert geliyoruz

29 Mayıs 2011

İSTANBUL 2. BÖLGE BAĞIMSIZ ADAYLAR

“Oy verecek parti mi var ki!” diye kestirip atanlar…
“Amaan oyum boşa gitmesin diye (cartcurtzırtpırt) partisine veriyorum işte…” diyenler…
“Bağımsızlar hep BDP’liler değil mi işte!” deyip geçiverenler…

Hepiniz susun ve OKUYUN! (başkaları da okuyabilir tabi)
Evet, üşenmedim, araştırdım (çok da uğraşmadım, google'da aradım sadece). 
İşte size İstanbul 2. Bölge bağımsız adaylar ve özgeçmişleri.
Saçma sapan seçim vaadleri yerine adayların geçmişlerine bakmak mantıklı değil mi??

(NOT: Sıralama YSK'nın sıralaması, okuyanların kime oy vereceği zerre kadar umrumda değil, bu böyle biline, kimseyi yolundan çevirmeye falan çalışmıyorum)

1. SIRRI SÜREYYA ÖNDER

- 1962’de Adıyaman’da doğdu
- Türkmen kökenli Türk sinemacı, yönetmen ve yazar
- Yönetmenlik, sinema oyunculuğu, senaristlik, müzik yapımcılığı ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı.
- 1978 yılında Adıyaman Lisesi'nde öğrenciyken Maraş Katliamı'nı protesto ettiği için tutuklanarak cezaevine girdi.
- Tahliye olduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanarak Ankara'ya gitti.
- 12 Eylül Darbesi yapıldığında Ankara'daydı.
- İlk tutuklama furyasında hapse girdi.
- Uzunca bir yargılama sürecinin ardından 12 yıl hapse mahkûm edildi.
- Açlık grevleri vb. protestoları ve eylemleri nedeniyle infazlarının yakılması sonucu çeşitli cezaevlerinde yedi yıl hapis yattı.
- Önder, Beynelmilel isimli filmin senaryosuna, BKM Film de yeşil ışık yakınca ilk yönetmenliğini yaptı.
- Ocak 2010 - Mart 2010 arasında BirGün gazetesinde köşe yazıları yazarak başladı.
- Ekim 2010'dan beri Radikal gazetesinde köşe yazarlığına devam ediyor.
- 3 Mayıs'tan itibaren Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığına devam edecek.
- 2011 genel seçimlerinde BDP'nin desteklediği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blogu’ndan aday oldu. (Kaynak işte burada) (Hakkında daha fazla videoyu, bilgiyi google’da rahaaatça bulabilirsiniz, hepsini tek tek yapıştırmadım buraya.)


2. REFİK ÖZMEN

- 1963′te Sinop’ta doğdu ve 48 yıldır Beyoğlu ilçesi Kaptanpaşa mahallesinde yaşıyor.
- İlköğretimini Kadı Mehmet Okulunda tamamlayan Refik Özmen maddi imkansızlıklar yüzünden ortaokula devam edemedi.
- Küçük yaşta çalışma hayatına başlayan Refik Özmen açıköğretimden ortaokul ve liseyi bitirdi.
- Daha sonra Üniversite sınavını kazanarak Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimine yerleşti.
- Evli ve 2 çocuk babası olan refik Özmen ticretle uğraşmış ve emekli olmuştur.
- Bundan sonraki hayatında bölge halkının sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için bağımsız milletvekili adaylığına karar vermiştir. (kaynak)


3. ÇETİN DOĞAN

- 1940’ta Trabzon’da doğdu.
- Türk asker, emekli orgeneral.
- Mart 2003 yılında 1. Ordu Komutanı iken Balyoz Darbe planını hazırladığı iddia edilmiş. Bu planla ilgili açılan davada tutuklu olarak yargılanmasına devam edilmekteymiş.
- 28 Şubat sürecinde adı fişlemeler ile anılan Batı Çalışma Grubu'nun başkanlığını yapmış. 
- Kendisinin imzası olan 16 Nisan 1997 tarihli ve bütün askerî birimlere gönderilen bir BÇG belgesinde, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanarak camilerin gözetim altına alınması emrediliyormuş.
- Plana göre görevli askerî personel camilere gidecek ve laiklik karşıtı fiil ve sözleri ivedilikle garnizon komutanlıklarına bildirecekmiş.
- TSK'dan emekli olduktan sonra dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti başkanlığına atanmış. 11. cumhurbaşkanıAbdullah Gül tarafından görevden alınmış.
- Taraf gazetesi tarafından 2003 yılında 1. Ordu Komutanı iken Balyoz Darbe planlarını hazırladığı iddia edilmiş. Ancak darbe suçlamalarını reddetmiş.
- Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet savcıları yaklaşık bir aylık incelemeden sonra 22 Şubat 2010 günü aralarında Çetin Doğan'ın da bulunduğu 49 askeri gözaltına almış. 
- 26 Şubat 2010'da mahkeme kararıyla tutuklanmış ve ertesi gün Silivri Cezaevi'ne konulmuş. Tutuklu olarak yargılanması devam etmekteymiş.
- Çetin Doğan 2011 Türkiye genel seçimlerinde, ağırlığını İşçi Partisi'nin oluşturduğu "Cumhuriyet Güçbirliği" bağımsız adaylar bloğu çerçevesinde İstanbul 2. Bölge'den bağımsız milletvekili adayı olmuş. (Kaynak işte budur)
Diğer kaynaklardan biri , bu da diğeri


4. FATMA RAGIBE KANIKURU LOĞOĞLU

Hakkında bulabildiğim tek özgeçmiş, “Hareketin Sesi” isimli bir grubun açtığı hayran sayfasında yer alan bilgiler. Ordaki metni aynen ekliyorum:

“Kendini amme hizmetine adayan 
yılmayan yıldırılamayan , 
tek kişilik bir ordu gibi çalışan
tiz sesiyle sohbet meclislerini çın çınlatan 
beklenmeyen, istenmeyen, dost meclisinde
hızır gibi anında biten 
süleymaniyede darül ziyafede, 
lalezar'da, kocav'da, türk dünyası araştırmalar vakfı'nda
beyazıtta, ilesamda, kubbealtı vakfında
çorlulu ali paşada, rumeli türkleri derneğinde
birlik vakfında, 
çemberlitaşta türk ocağında
yazarlar birliğinde
ve en nihayetinde 
sultanahmette türk edebiyatı vakfında
karşılaşmanız her an mümkündür.

4 dönemdir istanbul büyükşehir
belediye başkanlığına aday olan
fatma ragibe kanıkuru 

son seçimdede mevcut başkan kadir topbaş'ın
rakibi olup kendisi istanbul için
akla hayale gelmedik hatta ve hatta
korkulu kabuslarda bile çıkmayacak
projelerin mimarıdır .

Yaptığım yapacaklarımın teminatıdır 
diyen kanıkuru , 
''devleti sırtında taşıdığını lakin
kimsenin farketmediğini'' ısrarla belirtiyor.

Başındaki baş örtüsünün üzerine giydiği
kuvvacı kalpağıyla kolundaki
görevli yazan kolluyuğla
bıkmadan usanmadan yorulmadan
oturup bir nefes almadan 
vatansever ruhla olayların
analizini yapmakta kendince
çözüm yolları üretmektedir.

İşte bizim nam-ı değer kuvvacı fatma ablamız
b.a - h.s.k.
hareket merkezi” (kaynak mı, o da ne?)

Bu sayfa dışında internette hakkında yazılan köşe yazıları:
Turan Alkan’ın yazısı için 
Arslan Bulut’un yazısı için 
Ve tabi ki ekşi sözlük için 


5. CEMAL ŞENOL

- 1960'da  Kastamonu Bozkurt'da doğdu.
- 1974 yılında İstanbula gelerek gurbetin çetin şartlarında yaşam mücadelesini sürdürdü.
- Sosyal yaşamda aktif faaliyetlerde bulunup derneklerde, spor kulüplerinde ve sivil toplum kuruluşlarında yönetici ve başkan olarak görevler aldı.
- KAS-DER (Kastamonulular Dayanışma Derneği) Kağıthane kurucu ilçe başkanlığını yaptı.
- Son olarakda Kasder Genel başkan yardımcılığı görevinde bulundu.
- Siyaset yoluyla hizmetlerini sürdüren Cemal ŞENOL Anavatan Partisinde 2 dönem Belediye Meclis üyeliği yaptı.
- Ticaretle uğraşan Cemal ŞENOL Lise mezunu olup evli ve 3 çocuk babasıdır.
- Adaylık nedeni: (kendi ifadesiyle) “Yine bir seçim öncesindeyiz. Aileniz ve ülkemizle ilgili önemli bir karar aşamasındasınız. Partiler ve onların belirlediği milletvekili adayları belki oy için sizlere gelecekler. Bu aşamada kendi durumunuzu ve ülkenin içinde bulunduğu şartları mutlaka düşüneceğinizi umut ediyorum. Türkiye'miz siyaset kurumunun doğası gereği kısır verimsiz parti çekişmelerine feda edilemeyecek kadar değerlidir. Ne  doğduğum il Kastamonu, ne Türkiye'miz nede halkımız bu çaresizliği bu sahipsizliği hak etmiyor. Partilerin gerekliliğine ihtiyaç olduğu kadar, halkın ve toplumun sorunlarını genel başkan odaklı politikalara rağmen tüm gerçekliğiyle haykıracak cesur milletvekillerinede ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Siyasete emek vermiş halktan birisi olarak uzlaşma kültürünü ve halkla parlamento birlikteliğini gerçekleştirmek için Bağımsız Milletvekili Adayı oldum. Doğum yerim Kastamonu'muzun, yaşadığımız İstanbul'un ve tüm Anadolu'nun sorunlarını parlamentoya taşıyabilmek ve "sessiz çoğunluğun sesi" olmak için sizlerin destekleriyle aday oldum. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri olan Türkiye, Dinamik ve genç nüfusuyla Türkiye, Tarihsel kültürel uygarlık birikimiyle Türkiye, Dünya uluslar ailesinin potansiyel lideri Türkiye, Bu topraklar bu vatan bizim. Bu sevdayla alnı ak başı dik insanca yaşanabilir mutlu, güçlü bir Türkiye için birlikte yola çıktık. Merhum M. Akif "Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır..." diyerek görevimizi söylüyor. Birlikte başarmak dileğimle sevgi ve saygılarımı sunarım…” kaynak mı dersin

Diğer biri , ikisi 


6. EKREM ŞİT

- 1969’da Ardahan’da doğdu.
- 2 yaşında İstanbul Kağıthane Gültepe’ye yerleşti.
- 39 yıllık öz bir Kağıthaneli olan Ekrem Şit şair Yahya Kemal Zişan Alkoç Tınaztepe ve Gültepe lisesinde öğrenim gördü.
- Çocukluk, gençlik, okul siyasi ve ticari tüm hayatını Kağıthanede geçiren Ekrem Şit, tam bir Kağıthane sevdalısı. 
- İlk ticarete babasının bakkal dükkanında başlayan Ekrem Şit, ticari hayata ilk seyyar satıcılıkla atılmış ve peşinden gıda perakende toptan imalat ithalat, halen yapı marketler işletmeciliği ve inşaat müteahhitliği yapmakta.
- Evli 3 çocuk babası Ekrem Şit siyasete 1992 de Refah partisinin bir çok kademelerinde görev yaptı Belediye başkanı Fazlı Kılıç’la Kağıthane bağımsız belediye başkanlığı adaylığı çalışmasında görev aldı.
- Devamında Ak parti kurulunca Kağıthane Ak Parti meclis üyesi a.adayı oldu.
- TP’nin kurulmasıyla taze siyaset ümidiyle TP’yi Kağıthanede kuranlardan biri olan Ekrem Şit, TP kurucu ilçe başkan yardımcılığı ve halkla ilişkiler başkanlığı yaptı.
- 1984 -1992 araları Beşiktaş spor kulübünde rink boksu yaptı ve bazı dereceler aldı.
- TP Kağıthane ilçe başkanının inandığı değerlerle örtüşmeyen çalışmaları tarz ve tavırlarından dolayı istifa etti.  kaynak bir iki 


7. ABDÜRRAHİM GÖZE

Bir internet sitesi yok. Özgeçmişi de. Ancak kendisinin kurduğu Müslüman Kardeşlerin Birliği topluluğunun facebook sayfasında yazdığı ilk yazı görüşlerini açıklayabilir sanıyorum:
 “Allahımızın Selamı,Rahmeti,Mağfireti,Bolluğu,Bereketi,Merhameti,Şefkati,Hidayeti,Afiyeti,Nimeti,Selameti,Koruması üzerinize olsun kardeşlerim....

Nisâ 86 : Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.

Ülke servetini kendisi ve yandaşı zenginlerin tekeline vererek,kendi ve yandaşları debdebe,geri kalan halka ölmyecek kadar kendi iktidarlarına destek olmak şartıyla bir şeyler vermek Firavunların,Karunların,Yezidlerin ekonomik sistemi olan kapitalizmdir.

İslam refah ve gelir bakımından müslümanların eşitlenmesini hedefler ve bunun gerçekleşmesini sağlayacak ekonomik sistemin oluşturulmasını emreder.

Ülkemizdeki tüm siyasi partilerin ekonomik proğramı kapitalizmdir.

İslamın ekonomik sistemi dışında (KAPİTALİZMDE) tüm toplum için işsizlik ve sefaletten kurtuluş ve refah aramak,İslamdışı diinlerde ahirette CENNET aramak gibidir ve BEYHUDE BİR 
ARAYIŞTIR

KAPİTALİZM : Halkın çoğunu sömürüp sefalete iterek mutlu azınlık oluşturmayı hedefleyen ekomik anlayıştır.

Ülkemizdeki iş ve gelirin tüm halkımız arasında hakça paylaştırılması dışındaki proje ve vaatler tüm halkımızı işsizlik ve sefaletten kurtamak ve refaha taşımaktan uzak hayali proje ve kandırmaya yönelik vaadlerdir.

İslam müslümanların maddi anlamda eşitlenmelerini hedefler ve emreder.
Sevgili Peygamberimiz sav KİŞİ KENDİ NEFSİ İÇİN İSTEDKLERİNİ DİĞER KARDEŞLERİ İÇİN DE İSTEMEDİKÇE İMAN ETMİŞ OLMAZ.

İmkanı olup ta Maddi anlamda muhtaçların ihtiyacını karşılamayan veya karşılanmasını sağlamayan müslümanın diğer ibadetlerinin bir değeri ve sevabı yoktur.

Enfâl 24 
(Medenî 88) Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.

Kişinin ihtiyaçlarını karşılayacak gelire sahip olması onun için hayati önemdedir..

ZATEN SALTANAT İÇİNDE YAŞAYAN,KATMERLİ SİYASETÇİLERİ,
BİR GECEDE ON BİNLER ALAN SANATÇILARI,
MİLYONLARCA TRANSFER PARASI ALAN FUTBOLCULARI,
EN YÜKSEK KADEMEDEN ONBİNLER ALAN BÜROKRATLARI,
SÖMÜRÜCÜLERİN BORAZANI MEDYA MENSUPLARINI,
DARBECİ ZİHNİYETLERİ,
SALTANAT İÇİNDE YAŞAYAN DİN BARONLARINI,
BİNLERCE DÖNÜM TOPRAĞI OLAN AŞİRET VE TOPRAK AĞALARINI
LÜX MALİKANELER SAHİBİ SENDİKA AĞALARINI SEÇİP TE MİLLETVEKİLLİĞİ VE KIYAK MİLLETVEKİLİ EMEKLİ MAAŞINA BAĞLAYIP, KARUN OLMA YARIŞI YAPAN BU BİR AVUÇ MEŞHURA DUBLE SALTANATLAR KURMAKTAN VAZGEÇİP,
BUNDAN SONRA TÜM HALK OLARAK KENDİ SALTANATIMIZI KURMAYA YÖNELELİM.. 

Bu zamana kadar bu bir avuç mutlu azınlığa saltanat kurmaktan tüm halk olarak kendi saltanatımızı kurmaya bir türlü sıra gelmedi ve bu nedenle halk olarak işsiz ve yoksul kaldık

HALK OLARAK KENDİ SALTANATIMIZI KURMAYA SIRA GELSİN ARTIK...

Yönetimi altında olanlar için devlet baba gibidr,yönetimi altında olanların hepsi onun evladıdır,evlatlarından bir kısmına ülkenin tüm servetini ve iş kapılarını verip te,geri kalan çoğunluk evladına da GİDİN ONLAR NE KADARINIZI İŞE ALIYOR VE NE VERİYORLARSA KABUL EDİN diyerek tek amacı üç kuruş daha fazla kazanmak olan bir avuç zenginin insafına terkedemez. Hepsi onun evladıdır,Ülkedeki işi de geliri de kardeşane paylaştırır bütün evlatları arasında..

İslam dünyada mal kapma yarışı yapılan bir din,müslüman da kardeşleriyle mal kapama yarışı yapan biri değildir.

Mal kapma yarış sistemi batıl rejimlerin ekonomik sistemlerinin (kapitalizmin) yöntemidir,mal kapma yarışı da müslüman olmayanların amelidir.

İslam malı paylaşmada yarışılan bir din,müslüman da kardeşleriyle malı paylaşmada yarışan biridir.

Halkımızın İşsizlik ve sefaletini ve bundan kurtulup tüm halk olarak refaha kavuşmasını meclis ve ülkemizde tek gündem maddesi yapacak,bunun partisini ve iktidarını kuracak,ülkemizdeki ekonomik sistemi buna göre yeniden yapılandıracak ve ekonomik kanunları buna göre çıkaracak İktidar hareketi Facebooktaki MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN BİRLİĞİ ve onun Başkanı değerli hocamız Abdürrahim GÖZE'yi meclise taşıyalım

Ekonomik proğramı kapitalizm olan partilerle zaten halkımızın işsizlik ve yoksulluktan kurtulması mümkün olmadığından, halkımız en kısa zamanda yeni bir seçim için siyasileri zorlayacak ve hareketimiz partisiyle o zamana hazır hale gelecek,halkımız da isşizlik ve yoksulluktan kurtuluşun mecliste ve ülkemizde birinci gündem olması nedeniye partimiz altında toplanmış olacaktır..

HAYDİ ......TÜM HALK OLARAK İŞSİZLİK VE SEFALETTEN KURTULMAYA....

HAYDİ....HALKIMIZIN İŞSİZLİK VE SEFALETTEN KURTULUŞUNU ÜLKEMİZİN TEK GÜNDEMİ YAPACAK , İŞSİZLİK VE SEFALETTEN KURTULUŞU GERÇEKLEŞTİRECEK HAREKETİN LİDERİNİ MECLİSE TAŞIMAYA......

VE EKONOMİK PROĞRAMI SÖMÜRÜ SİSTEMİ KAPİTALİZM OLAN TÜM SİYASİ PARTİLERİ SANDIĞA GÖMMEYE...

BU ZAMANA KADAR YALANLARIYLA BİZİ TOKATLAYA TOKATLAYA İŞSİZLİK VE SEFALETE MAHKUM EDEREK ŞAMAR OĞLANINA ÇEVİREN SİYASİLERE BU SEÇİMDE ÖYLE BİR TOKAT ATALIMKİ,

HALKIN TOKADI NASILMIŞ VE TOKAT NASIL ATILIRMIŞ GÖRSÜNLER...

Halkımızı İSLAMIN ekonomik sistemiyle (ÜLKEMİZDEKİ TÜM ANA SEKTÖRLERİ DEVLETİN İŞLETMESİNE ALACAK VE İŞ İSTEYEN HER VATANDAŞINA BURALARDA VE REFAH İÇİNDE YAŞAYABİLECEĞİ BİR MAAŞ VEREEREK ) halkımızın tamamını işsizlik ve sefaletten kurtarıp refaha taşıyacak ve herkesin DİNİNİ özgürce yaşayabileceği bir Türkiye kuracak iktidar hareketi Facebooktaki MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN BİRLİĞİ Başkanı ve İstanbul 2 nci Seçim Bölgesi

((Bayrampaşa, Beşiktaş, Beyoğlu, Eminönü, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Kağıthane, Sarıyer, Şişli ve Zeytinburnu.) 

Bağımsız Milletvekili adayı : Abdürrahim GÖZE
“  kaynak


8.SEDAT ÇETİNTAŞ

Tam olarak biyografisini bulamadım yine. 75. Yıl Mahallesi’nde muhtarlık yapmış. Hakkında bulabildiğim en ayrıntılı bilgi burada. Onu da okuyuverin yahu üşendim kopyalamaya biter ayak...