10 Aralık 2012

YARATICI KABUSLAR: VOLUME 2


şeytanlı olan kadar yaratıcı olmasa da bu gece yine yaratıcı rüyalar gördüm. hemmen paylaşayım ki bilimkurgu/fantastik edebiyata ilham vererek katkıda bulunma ihtimalimi değerlendireyim:

tabi ki de hava grimsi, bulutlu. bir lisedeyim ama rüya dışı hayatımın, yani yüksek lisans öğrencisi olduğumun bilincindeyim. neden lisede ders gördüğümüze, neden mavi önlük giydiğimize anlam veremiyorum. gerçekte de liseden tanıdığım arkadaşlarım da var aynı sınıfta. kendimi onlardan büyük gibi hissediyorum. kendimi uzaylı gibi hissediyorum hatta. master öğrencisinin önlük giyme zorunluluğunun ne kadar saçma olduğunu söylüyorum, liseli arkadaşlarım bunu daha önce hiç fark etmemiş, evet diyorlar, isyan edelim diyorlar, gaza geliyorlar, hocalara söyleyelim diyorlar.

derste şu anki (rüya dışındaki) master hocalarımdan en sevmediğim de var (adamın karakterini tanımıyorum şimdilik, dersi anlatamadığı, sesi çıkmadığı, konuyu dağıttığı için sevmiyorum). herkes öfflüyor püfflüyor, o hocanın dersi olduğu için. hoca sınıfa geliyor, sevilmediğini biliyor. acımasız bakışlarla bizi süzüyor ve ilginç bi şey yapıyor (öncesinde neden bunu yaptığını ders konusuna bağlayarak açıklıyor, ama nasıl bağladığını hiç hatırlamıyorum. O zaman da anlamamıştım sanırım ki anlamayıp anlamış gibi görünmenin verdiği suçluluk duygusu ağır basmıştı).

bir kadın ve adam, tekerlekli, büyük bir servis masasını sınıfa sürüyorlar. üzerinde epey fazla çeşitte yemek var. kadın servis yapmaya başlıyor. sonsuz bir kendine güven var duruşunda, tüm bu garipliklerin farkındayım ve her şey kontrolum altında, der gibi. herkese belli bir menü ve menünün içeriğinin yazdığı ufak bir kağıt veriyor.

garip ama alımlı , karman çorman bi şeyler geliyor bana. kadın yanıma oturuyor. en arkada ve tek oturuyormuşum sırada çünkü, ezikliğe gel.kadın da yiyor kendi yemeğini. hoca bu sırada bi şeyler anlatıyor, hiç anlamıyorum. kadın parasını veriyor hocaya, 6tl, emin olamıyorum. adam zorla yemek yedirdi, bi de parasını mı vercez bunların diye şaşırıyorum...

---

2. bölüm:
liseden yakın arkadaşlarımdan t.nin evine gidiyorum, oradan geçiyormuşum, uğramak için ve dert yanmak için (derdim ne bilmiyorum). beni kapıda görünce memnun olmuyor, zoraki gülümsüyor. eve buyur ediyor. sen geç otur, azcık işim var, gelirim birazdan diyor. uzuuuun uzun bekliyorum gelmiyor. evde annesiyle karşılaşıyoruz. o da zoraki hoşgeldin diyor. lan diyorum niye bu kadar nefret ediyor bunlar benden.

birkaç arkadaşı geliyor. dışarı çıkacaklarmış, çıkıyoruz. kendimi dış kapının mandalı gibi hissediyorum. biraz dolaşmak için, anlamak için ayrılıyorum yanlarından. ilerde bi fabrika görüyorum: bok kokusu geliyor. insan yo ortalıkta, giriyorum içeri.

bir sürü boruların olduğu, yeşil/kahverengi sıvıların şeffaf borulardan geçtiği, arada sızmalar sebebiyle bariz bok kokusunun yayıldığı bir yer. Bir şekilde anlıyorum ki burası o bölgeden hava ya da su ya da bi çeşit kurbağa toplayıp, onun içine karışmış boku ayırıp temizleyip şehre geri salıyorrmuş. ama havaya karışmış bok? ve burası gizli bir fabrikaymış. yasak bölgeye girmiş gazeteci gibi dedektif gibi hissediyorum. ama birden ortalık titremeye başlıyor. kaçıyorum. aşırı pislikten borular patlıyor. daha ağır bir koku yayılıyor.

şimdi bu distopik gelecek değilse nedir? havada bok parçacıklarının olduğu dünya. belki çöpleri götürüp uzaya bırakmışız zamanında ve başka bi gezegende hayat keşfetmişiz ve zamanla orayı da o kadar kirletmişiz ki, dünyadan gönderdiğimiz boklarla fln birleşip boktan patlamış her şey.

aceleyle t. ve kankilerinin yanına dönüyorum. t.ye, gelsene bi senle bi şey konusup gidicem, diyorum. kızarıp bozarıyor. sen bana niye kızgınsın diyorum, çat kapı geldiğimi, arkadaşlarının yanında rezil ettiğimi falan söylüyor. müsait değilim deseydin girmezdim içeri diyorum. başka bi şey var gibi, sen iyi misin? diyorum. gözleri doluyor ve derdini anlatmaya başlıyor. o zaman tanıdığım, samimi t.yi görüyorum karşımda. hem tekrar samimi arkadaş yerine koyulduğum için seviniyorum, hem de bu kadar gizlemek zorunda kaldığı bir derdi olduğu için üzülüyorum. ne anlattığını hatırlamıyorum (uyanınca merak ettim, neydi derdi acaba diye, saçma ama, bi arayacağım).

distopik filmlerde huzursuz, karanlık şehirdeki mutsuzluğunu gizleyen insan karakteri idi t. onu oyalayan ama gerçekten samimi olmayan arkadaşları ve ailesi sarmıştı çevresini. ve ben tabi ki kahramandım, o çağa uyum sağlamayan, garipliklerin garip olduğunu haykıran kişiydim. uu yeah. kendimi sürekli ölecek gibi, dışlanmış hissetsem de, gerçekleri gördüğüm için kendimle gurur duyuyordum.

ilahi bilinçaltım diyor, gözlerinden öpüyorum. yeni kabuslarda görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder