8 Haziran 2010

REŞİTPAŞA GÜNLÜĞÜ-7.6.10

-Sokaktaki orta halli çocuk yağmurdan sonra sokaktadır. Yanında kızlı erkekli arkadaş grubuyla birliktedir. Meraklı, az çok çokbilmiştir, sorusundan, çevresine bakışlarından bellidir; çokbilmişliğini mütevazılığe dönüştürme çabasındadır. Daha çok karizma yapar böylece. Soru: “gökkuşağı çıkması gerekmiyor muydu?” Gereksiz sorularla muhabbet yaratabilen bir adam olmak yolundadır.

-Reşitpaşa’da Hıristiyan mezarlığının eski püskü giriş kapısının önünde bir yere gidecekmiş gibi değil, ezelden ebede orda durmuş, duracakmış gibi öylece dikilen bir erkek çocuk. Bir omzu diğerinden aşağıda. Saçları yeni kesilmiş gibi, biri traş makinesini eline almış, model falan umursamadan, bitlenmeyi önleyecek kısalıkta kesivermiş gibi. 4-5 beden büyük gelen montu dizlerine kadar iniyor. Uzaktan bakınca cinsiyetinden şüphe duyuyorsun, onların cinsiyeti olmaz çünkü. Aklı başında sanılan ama aslında çükünde olan vahşi insanlar için vardır tabi cinsiyet, her zaman, her durumda; ama O’nun gibisi için yoktur önemi. O’nun tek derdi sigaradır şu an. Gözüne kestirdiklerine sorar, “abi sigaran var mı?”; yoktur çoğunda. Veren çıkar mı? Belki… “Paran var mı?” o da yoktur tabi ki. Herkese sormaz, kızlara sormaz mesela, kendine yakın mı hissetmez? Kim bilir neden, kafası uyuşmuştur. Bakışları donuklaşmıştır, sesi kendinden geçmiştir. Yanından geçen annesinin elinden tutmuş çocuktan ne farkı var, diye düşündürür sana? Neden elinden tutacak kimsesi yok, neden gözleri parlak değil, neden yaşına göre kıyafetleri yok… Hikâyesini merak edersin, soramazsın. Sorsan n’apabilirsin, öğrendin diyelim, öylece bırakıp gideceksen sormanın ne manası var? Bu eşitsizliğin bi anlamı olmalı, bi çözümü olmalı… Düşünürsün. Yaratan gerçekten şefkatliyse bunun da bir mantığı olmalı. Yapabileceğim bi şeyler olmalı. Ama ne?

-Emirgan’ın sahile uzak ara sokakları. Huzur içinde sessiz. Herkes evinde, ya da mahallesinden uzakta. Sokaklar boş. Reşitpaşa gibi değil işte, sokaklar boş, çocuklar, seyyar satıcılar yok. Neden? Çocuk mu yok bu evlerde yoksa var da dışarı mı çıkmıyorlar? Yol hizasında pencere kenarında oturmuş 60larında bir adam, elinde tuttuğu bi şeyi okuyor. Geçerken gözgöze geliyorsunuz. Sohbet etmek isterdin, ama bahane bulmak lazım, bulamıyorsun. Solunda eski bir konak. Bahçesi yemyeşil. Yeni yağmış yağmurun ıslaklığı, eski püskü her yerde. Ahşap taş karışımı bina. Birilerine ait hala, belli, yıkılmamış hiçbir yeri. Bahçenin yola yakın köşesinde bir dükkan varmış eskiden. Camları kırılmış, tezgah var içeride. Yerde bir çukur var. Marangozdu belki. Eski Türk dizilerini hatırlıyorsun ister istemez, hangisi olduğunu hatırlayamadan, gözünün önünden geçiyor huzur içinde yaşayan komşu yüzleri… süper baba, Yeditepe İstanbul… daha ismini bilmediğin, kanalları değiştirirken rast geldiğin kimbilir hangi dizi… emirgan’da paranın getirdiği huzur var. Ama çok göremiyorsun bu huzuru bu zenginlere, Nişantaşı zenginlerine duyduğun gıcığı bunlara duyamıyorsun. Paran olsa biliyorsun ki onlar gibi olurdun, aradığın huzuru sen de paranla satın alırdın. Ama acı bir gerçek batıyor gözüne: Kim bilir nelerin yaşandığı o dükkân kapısında şimdi “Buse ve Murat” yazıyor, kimin ölümlü aşkı ölümsüzleşti kim bilir… Evin, mahallenin yerlisiyle alakası yok muhtemelen. Bir yabancı el gelip çizmiş o huzuru. Bu kadar basit.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder