30 Aralık 2010

ACELE...

Öykülerde, şiirlerde, filmlerde cep telefonu/bilgisayar/e-mail/mesaj vs görmeye alıştığım zaman hayattan zevk almaya başlayacağım.... ya da hayattan zevk almayı becerdiğim zaman teknolojiyi sevmeye başlayacağım.

yine de bazı şeyler değişmiyor. çocuklar annesinin dibinden ayrılamayan aptallardı eskiden, hala öyleler. askere gidiyor hala dünyanın tüm erkekleri. askere gitmeyen gerçek vatandaş sayılmıyor. vatandaş olmak zorunda insan hala illa ki. hala anlatılacak çooook askerlik anısı var.

ama bakkal yok artık, alışveriş merkezi var.

topuklu ayakkabı giyen şık kadın evinin erkeğini, hayatının aşkını değil de, gücünü gösterebileceği ortamı arıyor. takım elbiseli, sinekkaydı abilerimiz de öyle...

filmlerin de acelesi var. metroya binip gidiyorlar 2 saatin sonuna doğru. en az benim kadar acelesi var herkesin.

en az benim acelem var hatta sanki... ben bile Ezilmiş Leylaklar Kitabı'nda bir çocuğun babasına gidişini bi an önce görmek istiyorum, gitme süreci içinde kimlerle ne konuşmuş banane! diyorum (demiyorum, içimde mızıklayan 2010 canavarını zincirledim)

ya da Cennet Sineması'ndaki öpüşme sahneleri gereksizmiş gibi... ileri almak istiyor filmi ellerim. bi tuşun ucunda sonuçta verilen onca emek. yapmamak için ellerimi koltuk altımda kavuşturmam gerek..

çok katlı bir alışveriş merkezinde yürüyen merdiven yerine yürümeyenini tercih eden bastonlu bi teyze gibiyim.

mühendislik bozdu dünyayı. dünyanın en verimli mesleği... her şey hızlı ve daha ucuz ama aynı zamanda (ayıp olmasın diye) kaliteli olmalı. bu "olmalı"lardan aralarında en kolay ödün verilebilecek olan hangisi?


zamanı kaliteli kullanmak hızla mı olur?
nereye yetişiyoruz?
çarpım tablosunu öğrenmeden sınıf geçip liseye gitmenin kime ne faydası var?

"meydan benim" diyen deli olmak istiyorum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder