17 Mart 2010




Alice Harikalar Diyarı’ndaydı gerçekten!

Harikaydı onlar, hem de gerçekten!
Ne tuhaf, çocukken kabus olanlar, büyüyünce sevimli oluyor gözümüzde. Ya kötülükleri sevmeyi öğreniyoruz ya da küçükken fazla korkak oluyoruz…Nerden geldi aklıma bu, şurdan: Alice hakkında yaptığım 3-5 kişilik kamuoyu yoklamasına göre küçükken Alice’i okumaya kalkıp bırakmış çoğu. Neden? Korkunç gelmiş! Mavi tırtıllar, konuşan hayvanlar, sonunun ne olduğu bilinmeyen bi yolda takip etmemizi isteyen takım elbiseli bi tavşan… Daha ne olsun, yeterince “tuhaf” değil mi?
Aslında daha tuhaf olanı şu: Ben çocukların hayal dünyasının daha geniş olduğuna, mesela konuşabilen bir tavşanın var olabileceğine büyüklerden daha kolay inanacağını sanırdım. Peki neden biz, Alice’ten korkan çocuklar, korktuk ve okumak istemedik o kitabı? Ya da mesela Makas eller’i ya da Beter Böcek’i neden izleyememiştik o zamanlar? Neden ağabeylerimiz ablalarımız çok eğlenirken biz korku filmi sanıp kızmıştık onlara, kanalı değiştirmedikleri için?
Böyle yapmayan çocuklar da vardır elbet. Ancak onlar azınlıkta kalıyorlar benim 3-5 kişilik anketimde. Görmezden gelebilirim, kim tutar beni!
Başka bir soru: Küçükken bunlardan hoşlanmayan bir insanın neden büyüdüğünde en sevdiği film türü haline gelir bu tuhaf-karanlık- komedi türü filmler? İçinde bastırıp durduğu bi karanlık yön mü ortaya çıkmıştır büyüdükçe? Ne tuhaf…
Her sabah kahvaltıdan önce altı imkânsız şey bulabilen bir babası vardı küçük kızın. Tuhaflıklarla büyüdü, bu yüzden hep tuhaf kaldı, yontulmasına imkan vermedi babası. Yontulmaya ihtiyacı olmamıştı, babası vardı ya! Ama o da öldü bi gün. Ölür ya herkes…
Sonra saldırıya geçti tüm tuhaf olmayan dünya. İntikam alır gibi, tüm tuhaflıkları sebebiyle cezalandırır gibi… ceza olarak sıradan bi hayat yaşamaya zorladılar onu! Ta ki küçük yakışıklı, beyefendi bir beyaz tavşan onu çağırana kadar…
Peşinden gitti. Kaçmak zorundaydı gerçek dünyadan, çıldırma aşamasındaydı, ya onu takip edecekti ya da normal olacaktı! Babası “bütün iyi insanlar delidir” demişti. Çok sevgili babasının sözünü dinlemeliydi, evet, tavşanı takip etti.
Burada bi soru daha: Neden hep tavşan olur bu takip edilenler? Matrix’te de aynı şekilde başlıyordu Neo’nun hikayesi… Cevap yok, belki daha sonra…
Takip etti, sonra pişman oldu mu, gerçekten uyanmak istedi mi? Şüpheliyim. Orda sonu belli olmayan o muhteşem macera varken, gittiği yerde herkes onu beklemekteyken, onu çok seven insanlar(insan mı?)/yaratıklar varken… Gerçek dünyadaki o korkunç saçmalıklara dönmek mi? Kim ister ki bunu, hadi oradan Alice, yeme bizi… kendini çimdiklemeler falan…
Sonra tanıştığı karakterlerden en delileri: tabi ki Şapkacı ve tabi ki, bağışlasın beni, ismini hatırlayamadığım hani şu sürekli bi şeyler fırlatan deli tavşan. Çok sevgili Johnny Depp’le bütünleşmiş “deliliğin” bu ilk kez gördüğüm tavşanla yarışmasının manası nedir? Fırlatma eylemidir. Aniden yapılan, kabullenilmiş, uyum sağlanmış, delice hareketler! Her an kafanızın üstünden bi tabak fırlayabilir, yine de rahatsınız! Neden? Çünkü o “delidir”, akıllı değil ki, nasıl zarar versin size? Ne zarar gelebilir ki ondan?
Muhteşem!
Hey gidi Tim Burton! Yine ne harikalar yaratmışsın… Hey gidi Charles Lutwidge Dodgson, taaa 1865te yazmışsın bunu, eline diline sağlık.. Bu saçma sapan hayatta, bu kitabı yazdığında muhtemelen pek çok kişiye göre “saçma sapan” bir iş yapmıştın. Ama işte bugün seni seviyoruz, onları değil… şimdi de kimine göre saçma bi iş bu tabi. Ama umrunda olmayanlar için dünya ancak senin gibilerle güzel!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder